09.06.2009

Mürşit gereklimidir?

Tasavvuf baştan sona şeyhlerle doludur.
Üveysileri saymazsak her ekolde şeyh vardır ve zorunludur.

Şeyh dediğimiz Şems’tir, Mevlana’dır, Geylani’dir, Taptuk’tur, Hacı Bektaş’tır, Arabi’dir…

Hangisi şeyh değil ki?
Her biri hem şeyhlik yapmış,
hem de mutlaka bir şeyhe intisap etmiş.
Ve burada tasavvuf diye konuştuğumuz
biraz da bu şeyhlerden miras bir ilimdir.
Elbetteki ilim Allah’ındır.
O kullarında ilmini izhar etmiş.
Onlarla bildirmiş, diyelim.

Mürşit konusunda kafası karışık arkadaşlar için şöyle bir naçiz önerim var:

Mürşitliğin ne olduğunu, ona buna değil,
bu şeyhlerin direk kendilerine sorun.
Mesela deyin ki:
Ey Mevlana! Ne buldun Şems’te?
Mollalık neyine yetmedi?
Onca ilim biliyor, medresede ders veriyordun.
Neden Şems’e intisap ettin?

Eminim ki Mevlana bir cevap verecektir.

Tabii rüyamıza gelip “bak oğlum, şöyle olmuştu…”
diye anlatmasını beklemeyip, eserlerine başvurmak lazımdır.
Mesnevi’ye, Fihi Mafih’e, vs.

Veya bir diğerine. Şeyhül Ekber Muhiddin Arabi’ye sormak lazım.
Ey Şeyhlerin şeyhi! Bu şeyh meselesinin aslı nedir?
Sana da şeyh deniyor.
Neden?
Hele senin 360 tane şeyhin varmış!
Tam bir daire ediyor şeyhlerinin sayısı!
Bir hikmeti var mı? Tesadüf mü?
Mutlaka bir cevap verir.

Amak-ı Hayal’de de vardır bunun cevabı.
“Ey RACİ! Ne buldun Aynalı’da?
Aynalısız yani aynasız hayalde gezilmez mi?”
diye sormak lazım…

Sonra, bulduğumuz cevap ya kafamıza yatar ya da yatmaz.
“Yok ben inanmadım bu şeyhlerin dediğine.
Olmaz böyle, günahtır, şirktir vs.” derseniz,
konuyu kapatırsınız ve kafanız da rahat eder.
Ya da “demek işin aslı buymuş.
Şimdi ikna oldum” dersiniz.
Allah’tan “hayırlı bir şeyh” istersiniz.

Şeyh öyle hemen yan mahallede bulunmayabiliyor.
Diyelim siz Bursa’da yaşıyorsunuz, şeyh Mardin’de çıkabilir.
Biraz çileli olabilir bu işler…

Karşınıza çıkan şeyhin halleri, yukarıda bahsedilen tasavvufun
“has” şeyhlerinin tariflerine uygun olursa,
siz yine de kalbinize danışın derim ben.
Daha doğrusu bu Resulullah Efendimizin (s.a.v.) tavsiyesidir:
Kalbinize danışın.

Özetle;
1) Tarihi şeyhlerden şeyhliğin ve intisabın aslı nedir?
diye araştırılır.
2) Aklımıza yatarsa Allah’a dua edilir.
3) Duamız kabul olur da karşımıza şeyhim diyen
bir zat çıkarsa,
bir haline, ilmine, ilmiyle amil olup olmadığına bakılır.
Etrafındaki insanların aklı selim olup olmadıkları vs. araştırılır.
4) Aklımız yine kesmezse, kalbimize danışılır.
5) Bütün araştırmalarımız ve kalbimiz
karşımızdakinin doğru insan olduğu mesajını verirse
Allah’a sığınır, o kişinin ilminden istifade ederiz.
6) Anormal bir durum görürsek, eyvallah der, uzaklaşırız.


Çok mesele edecek bir konu değil yani.
Biraz metodlu davranmak gerekiyor o kadar.
Hiçbiri olmazsa, tasavvufi eserlerden olabildiğince kendimiz istifade etmeye çalışır, öğrendiklerimizi hayatımıza uygulamaya gayret ederiz. Böyle bir çalışmanın,
yani kitap çalışmasının seyrü süluk etmek demek olmadığını bilerek…

Çok önceden medreselerde de tasavvuf eğitimi verilirmiş.
Başlangıçta medrese ve tekke bütünüyle birbirinden ayrı değilmiş.
Ama medreselerde seyri süluk yaptırılmazmış.
Çünkü medresede “hoca” olur, “şeyh” olmaz.
Aradaki fark anlayabildiğim kadarıyla budur.
Yani, kendimize şeyh bulamazsak,
kendimize hocalık ederiz, olur biter…

(Yorumsuz blog, ''Kovan'' rumuzlu Okur'dan alıntılanmıştır).

1 Kommentar:

karaköle hat gesagt…

''Hele senin 360 tane şeyhin varmış! Tam bir daire ediyor şeyhlerinin sayısı! Bir hikmeti var mı? Tesadüf mü?”

sorduk; nedir bu dairenin hikmeti,
dedi ki:
Bana dairenin başını göster,
gösteremedim,
dedi ki sonunu göster,
yine gösteremedim…
Dedi ki: Dairenin ne bir başı vardır ne de bir sonu,
zira dairede hiyerarşi yoktur.