28.06.2010

MUHAMMED-EN

MUHAMMED-EN
 
Elif Cim Mim Sad

Geçenlerde bir arkadaşım bana şöyle bir soru sordu:

''Hepimiz ''Kelimei Şahadet'' getiriyoruz elhamdulillah, geçenlerde bir hadise denk geldim ve kafama takılan birşey oldu, şöyle ki; hadisin sonunda Rasulu Ekrem efendimiz (aleyhisselatuvesselam) kendisi de kelimei şahadet getiriyordu, ''Eşhedü en la ilahe illa Allah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah'' diyordu, sence bunun nedeni ne olabilir neden kendisi de kelimei şahadet getiriyor? Bu işin içinde bilmediğimiz bir mana olabilir mi?''

Bu sorudan şu bilgilere ulaştık:
''Allah' ismi nasıl ki Allahu mütealin 99 ismine camiidir, bütün isimler Allah ismi altında cem olur, Rahman Rahim Halik deyince Allah ismi aklımıza gelir, aynı şekilde ''Muhammed'' ismi de bütün Peygamber isimlerine camiidir.
Kuranı hakimin bazı ayetlerinde Peygamberler ümmetleri ile anılırken bazı yerlerde de isimlerinin sonuna getirilen ''İN'' ''EN'' gibi eklerle ümmetlerine camii olurlar, bize kaynak olan ayeti örnek verelim:
Furkan 38 de Müteal Yaratıcı şöyle buyuruyor:

''Ve aden ve semuda ve ashaber ressi ve kurunen bezne zalike kesira''
''Âd kavmini de, Semûd kavmini de, (Şuayb’ın) Ress Ashabını da, bunların arasında geçen bir çok ümmetleri de helâk ettik.''

Ad kavmi olarak tecrüme ettiğimiz kelime ayette sadece ''AD-EN'' olarak geçmektedir, ayetin orjinalinde ''Kavmi'' kelimesi geçmemektedir, ancak  AD ismi ile EN eki yanyana gelince mana olarak AD KAVMİ meydana çıkmaktadır, aynı şekilde Kelimei şahadette Muhammed-EN olarak zikrettiğimiz Muhammed ismi, bütün İslam Peygamberlerini, Sahabeyi, Rasulu Ekremin ümmetini içine almaktadır, yani Muhammed-EN ismi İbrahim yada İsa yada Musa .. Allahın selamı üzerlerine olsun bütün Peygamberleri kapsamaktadır hepsini içine almaktadır. Daha detaya inersek davete icab edeni yani Namaz kılanı da içine almaktadır. Yani Muhammed Mustafa Efendimiz kendi ismi aracılığı ile hem kendini hem kendinden önceki ABDleri hem de kendinden sonraki ABDleri tasdik ve şahitlik etmiştir.

Ezana ve kelimei şahadete bu manayı yüklediğin zaman, Ezana ve kelimei şahadete ''yanlıştır'' diyen gizli şirk ehlinin ve de ''Mü'min'' Yahudi ve Hıristiyan alimlerinin verecek bir cevapları kalmıyor.''

27.06.2010

“Ben O'yum… I'm That”

dbtr01 diyor ki:
Euzu Billahi
Bismillahirrahmanirrahim
Nuun Ba Ha Qaaf 1




Ya Allah ya Mukmil ya Vekil ya Hadi…


Kur’an, alemler yaratılmadan 50.000 yıl önce yazılmış…
Rasulullah A.v.s. a vahyedilmiş ilk sure ”Alak” suresi,
peki Rasulullah A.v.s. Alak suresine nasıl ulaşmıştır?
Kuran, Fatiha’nın 7 ayeti üstüne kurulmuş bir Kitap,
Fatiha’nın işlevi bir anahtar ya da açar işlevidir.
Kitabın açarı olmadan bu kitabın herhangi bir bölümünü okumak mümkün müdür?…
Söz konusu kitap Kuran ise değildir.
Bu yüzden kendisine Kitabın açarı olan Fatiha suresi Cebrail A.s. tarafından
Alak suresinden önce (ilkin batınından) okunmuştur.


Peki Fatiha suresinin açarı var mıdır?…


Fatiha suresinin de bir açarı vardır.
Bu açarın vahyi ise sesli ya da sözlü bir vahiy değildir.
53 Necm suresi, 17 ve 18. ayetlerde bu vahye işaret edilmektedir.


Muhammed Esed çevirisi:


8. Ve sonra yaklaşarak yanına geldi,
9. aralarında iki yay mesafesi kalıncaya kadar, hatta daha da yakınına.
10. Böylece [Allah], vahyedilmesini uygun gördüğü her şeyi kuluna vahyetmiş oldu.
11. [Kulunun] kalbi gördüğünü yalanlamadı:
12. Peki siz, ne gördüğü konusunda o’nunla tartışmaya mı giriyorsunuz?
13. Ve onu bir kez daha gördü,
14. en uzak noktadaki sidre ağacının yanında,
15. vaad edilen bahçenin yakınında,
16. meçhul bir parlaklığın çevresini sarıp kuşattığı sidre ağacının başında.
17. [Dikkat edin,] göz ne kaydı, ne de (başka yöne) çevrildi:
18. ve o, gerçekten de Rabbinin en muhteşem sembollerinden bir kısmını.


Cebrail A.s. gözleri ile Rasulullah A.s. a bir işaret yapmıştır.
Gözün merkezindeki siyah nokta sabit kalmış,
Noktayı çevreleyen göz kısmı noktanın etrafında dönmüştür.


Bu en büyük misali anlamak için
Beyti Haram’a git, yüksel, O kadar yüksel ki, Ev nokta kadar, Kaabe göz kadar kalsın, bak ve gör.


”Ben O’nun içindeki noktayım”


vel Hamdulillahirrabilalemin ves selatu ves selamu alel Murseliyne,
Allahumme salli ala Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain.


  1. BirDOST diyor ki:
    ”Bu açarın vahyi ise sesli ya da sözlü bir vahiy değildir.”
    O görüntüdeki nedir?
    Sessizlikden sonra gelen ilk söz nedir?
    Hangi Âlem’de olur bu hâdise?
    Güvenlik kodu: salavatt..:)


  2. dbtr01 diyor ki:
    “Allhumme salli ala seyyidine Muhammed” diyelim o zaman, aşk ile : )
    Allah’a yakın olanların okuduğu ”illiyyun”un alfabesi nasıl bir alfabedir?
    Öyle ya her kitabın bir alfabesi var…
    ”Görüntüdeki”, bir satranç oyununun son hamlesidir:
    Şah çekilmiş ve “Şah!” denmiştir artık.
    Bu sessizlikten sonra gelen ilk söz Elhamdulillahirrabilalemin’dir;
    Allah ve Rasulu en doğrusunu bilirler.


  3. BirDOST diyor ki:
    Besmelesiz Fatiha olmaz …:)


  4. dbtr01 diyor ki:
    Besmelenin en güzeli ise Euzu Billahi’li olanıdır : )
    Muhammed A.v.s. Hira mağarasında Cebrail A.s. ile karşılaşınca,
    Kuran’da tarif edildiği şekilde abdestli de değildir.
    Mucize icad su ile arınıyor ve enerji kazanıyoruz…
    Melek Nur’dan oluşur derler…
    Cebrail A.s. 3 kere Rasul’u Ekremi sıkmış ve Nur’la arındırmıştır.
    İlk Kuran okuduğunuzda su yerine nur ile abdest aldığınızı düşünün…
    Rasulu Ekrem, Sistemi deşifre etmiş, ama insanlara nasıl açıklayacağını bilemiyor…
    İnen ayet ise
    İKRA.
    Siz Kuran’ın yazarı olsaydınız, hangi ayet ile başlardınız Kuran’ı inzale?
    Sizin Cebrailiniz nasıl olurdu?
    Mukallib Allah ve Rasulu en doğrusunu bilirler…
    dbtr01 diyor ki:
    Açığa çıkan ilim (ve isim) ne kadar yüce olursa olsun,
    onu değerlendirebilen kul için zahir olmuştur.
    Kuran’ı zaman ve mekan’dan kurtardığınızda, okuduğunuz her ayet Cebrail A.s. tarafından o anda size okunmakta olan bir canlı yayına ya da Kuran’da ki tabiri ile Vahiy’e dönüşür.
    Bu durumda, alemler Muhammed için Muhammed (A.v.s.) dahi senin için yaratılmıştır.
    Nasır Allah ve Rasulu en doğrusunu bilirler.

23.06.2010

Rahman und Rahim 2

Es gibt im Quran ein Kapitel welches er Rahman heißt, und dieses Kapitel wurde in den Tagen Offenbart, wo die Menschen Muhammed Friede sei auf ihm fragten: "Was ist Rahman?"
Heutzutage wird dieser Name mit Barmherziger, Erbarmer, Gnädiger Übersetzt, doch der wahre Auftrag dieses Namens ist in den ersten 4 Versen dieses Kapitels Versteckt:
"Der Gnädige,
lehrte den Quran,
erschuf den Menschen,
und lehrte ihn, sich auszudrücken."


Rahman ist der Verstand, der alles Bewertet, Versteht, Annimmt, Lernt und Lehrt, der Formlose Gott in dir, das Unbegrenzte Wort, die Quelle deiner Gedanken. Es ist das Wort welches nameAllah mit dem Fleisch Bekleidete, und sich somit Sehbar machte (Rahim)..


Also Beugten sich die Engeln nicht vor Adams Fleisch sondern vor Rahman,
vor dem Überdimensionalen Wesen welches Adam aus dem nichts Erschuf und danach Adams Thron Eroberte.

16.06.2010

ALLAH c.c. görülebilir mi?



ALLAH’I GÖRMEK (RÜ’YET)
"Rü'yet" görüş anlamındadır. Rüya dahi görülen şeyler şeklinde anlaşılabilir!
Sûret sahibi, şekli olan varlıklar için görüş mânâsında kullanılabilen "Rüyet" kelimesi, Allah için kullanıldığında ise "İLİM" anlamında anlaşılır.

ALLAH’I GÖRMEK,
ALLAH İLMİYLE MÜCEHHEZ OLMAKTIR.
ALLAH
MADDE GÖZLE GÖRÜLMEKTEN MÜNEZZEHTİR!



Allah'ı, ancak bâtın gözü ile müşahede edebilirsin. Bâtın gözü ile müşahede edebilirsin derken, ne demek istediğim anlaşıldı mı?
Zâhir isminin de mânâsı, Bâtın isminin de mânâsı Allah'a aittir!.. Fakat Allah'ı zâhirde görüyorum diyemezsin! Çünkü zâhir dediğin âlem, kısıtlılık âlemidir! Neye göre?.. Senin görme boyutuna, görme işlevini yapan nesnene göre!.. Çünkü görme dediğin fiil, göz aracına bağlı değil mi; beyne bağlı değil mi?
Dolayısıyla, bu mahaller de, Hakk’ın zâhir ismi yönünden, her ne kadar Hakk ise de; nihâyet belli bir terkip, belli bir kâbiliyet ile kayıtlıdır. Kayıtlı varlık, kayıtsız varlığı göremez!.. Kayıtlı varlık, kayıtlı varlığı görebilir!
Kayıtlı varlığın, kayıtlı varlığı müşahedesi dolayısıyla da “Ben Allah'ı görüyorum" diyemezsin! "Ben Allah'taki mânâlardan meydana gelen âlemi müşahede ediyorum" diyebilirsin!
Allah’ı neyle seyredebilirsin, Allah’ı neyle görebilirsin?
“Allah’ı görmek” denen şey nedir?
Allah’ı görme, bir kere senin anladığın, benim anladığım mânâda "görme" fiili değildir! “Allah'ı görmek” denen şey, "görme" fiili değildir!
Çünkü, “Allah'ı görüyorum” dediğin zaman; Allah isminin mânâsı; daha ilk sohbetlerimizde konuştuk ki, zâtı, sıfatı, isimleri ve efâliyle tüm kâinat bunun içine girer! Ve bu kâinatın esmâsı, sıfatı ve zâtını da ihâta etmesi şart!
Böyle bir varlık!
Halbuki, sendeki görme hâli, "görüyorum" dediğin hâl, eğer fiil mertebesindeki göz dediğimiz noktayı da kaldırırsak ortadan, bir idrâktır... Bir ilimdir!


Hakikat ilmine dair olan ilim ise asıl gerçek ilimdir. Herhangi bir konuya bağlanmadan sadece "ilim" kelimesiyle Hazreti Rasûlullah'ın bahsetmiş olduğu "ilim", hep "Hakikat ilmi”dir; ki, bu tüm mevcûdatın özünde saklı olan SIRRI bildiren ilimdir.
Hakikat ilmi, gözle görülecek surî yâni şekli, maddesi olan bir nesne değildir. Dolayısıyla ister madde gözüyle, ister rüya şeklinde görülmesi sözkonusu olan bir şey değildir HAKİKAT ilmi!
Hakikat ilmi, gözle görülecek, yâni rü'yet edilecek bir şey olmaz ise; O yüce ilmin ZÂTI nasıl görülebilir ki?
İşte bu sebepledir ki, kim baş gözüyle veya rüya şeklinde Allah'ın görülebileceğinden söz ederse, bu kişi ilmin özünden mahrum olması sebebiyle konunun hakikatından mahrumdur.
Zîrâ “Allah” ismiyle işaret edilen, bir maddî yapı değildir! Dolayısıyla maddeye dayanan beş duyu ile anlaşılması da mümkün değildir!
Bu sebepledir ki, Allah isimli, sonsuz-sınırsız yüce varlığın gözle görülmesi mümkün değildir.

“ALLAH’I GÖRDÜM” DERSEN EĞER,
O SENİN KENDİ HAYÂLİNDE SANA AÇILAN
RABBINDIR!
ANCAK ALLAH KENDİSİ KENDİSİNİ GÖRÜR!



Esas itibariyle Allah’ı seyir, ilimden ibarettir.
Yâni; rü’yet, ilimdir!.
İlmin dışındaki bir rü’yet ise hayâle girer!. Tahayyül sùretiyledir!. Çünkü görme mânâsındaki bir rü’yet ancak bir ilâh için, yaratılmış bir ilâh için söz konusu olur! Yaratılmış ilâh olmaz!.
Yaratılmış ilâh olmazsa, yaratılmamışın görülmesi zaten mümkün olmaz!.İnsan yaratılmıştır, bunu daha evvel konuştuk...Yâni, belli isimlerin mânâsının âşikâre çıkışıyla varolan varlık, bu yönüyle yaratılmıştır!. Yaratılanın yaratanı ihâta etmesi, görebilmesi zaten muhaldir!.
Ancak Allah kendisi, kendisini görür!. Ne anda, hangi anda sen “Allah’ı gördüm”, “Allah’ı duydum” dersin, o senin kendi hayâlinde sana açılan Rabbındır!.
Öyle ise, ”Allah’a vâsıl olmaktan” mânâ, Allah’ın ilmini, ”sen” adı altında izhârından başka bir şey değildir!.




“O”, BASİRETLE GÖRÜLÜR
"O", ‘’Basar’’la değil ‘’Basîret’’le görülür; çünkü ‘’Basîr’’, O’dur!.


KİM Kİ İLİMDEN SONRA HÂLÂ RÜ'YET İSTERSE,
O PERDELİLERDENDİR

Gavs-ı Â'zâm Abdülkâdir Geylanî hazretleri, Allah’ı rü'yet konusunda şöyle der:
"KİM Kİ RÜ'YETİ, İLMİN GAYRI ZANNEDERSE, O GÜVENİLMEYECEK ZANNA ALDANIP, MAĞRURLARDAN OLUR."
"KİM Kİ İLİMDEN SONRA HÂLÂ RÜ'YET İSTERSE, O PERDELİLERDENDİR"
Evet, Allah'ı rü'yet, Allah ilmiyle mücehhez olmaktır. Çünkü Allah, madde gözle görülmekten münezzehtir.
Esasen “görüş” denen şey, gerçeği itibariyle bir konuda ilim sahibi olmaktır! Çünkü gerçekte beyin kendisine gelen görüntü sinyallerini değerlendirerek ilim sahibi olan bir merkezdir.


“Allah” adıyla işaret edilen ise, "Âlim" isminin işaret ettiği üzere, ilim sahibidir. Hayattan sonra, gelen ikinci zâtî sıfatı itibariyle İLİM sahibidir. Ve nihâyet ZÂTÎ İLİMDİR!
Varlığı, madde ve şekilden münezzeh olanın ise elbette ki rü`yeti muhaldir. Ama RÜ'YET de haktır!
Evet, işte bu söz konusu olan "RÜ'YET" de "İLİM"dir ki Abdülkâdir Geylânî hazretleri bize burada bu gerçeği idrâk ettirmeye çalışıyor.
"Kim ki rü'yeti ilmin gayrı zannederse", yâni kişi gerçekten madde veya şekil olarak görülecek bir Rabbi olduğunu zannetmekte ise, o kişi farkında olmadan hayâlinde var olan bir tanrı mevhumuna tapmaktadır. Allah bu tür zanlardan münezehtir!

“GÖRMEDİĞİM ALLAH’A İBADET ETMEM!”

(Soru: Hz Ali, “Görmediğim Allah’a kulluk etmem“ nüktesi ile neyi anlatmak istiyordu?)
Kendisindeki enfüsi ve âfâki müşahedenin tam oluşunu... Dolayısıyla Aynel Yakin müşahede sahibi oluşunu...

ALLAH’I ZÂTIYLA GÖREMEZSİNİZ!

Allah’ı Zâtıyla göremezsiniz!. Sureti, şekli, özelliği olan bir varlık değildir O!.. O’nun ilmini, O’nun nurlarını hissedebilirsiniz içinizde!.


GÖZLER O'NU İDRÂK EDEMEZ,
FAKAT O, GÖRÜŞLERİ İDRÂKTADIR!

İdrâk, Allah'ı idrâk edebilir mi?
"GÖZLER O'NU İDRÂK EDEMEZ; FAKAT O, GÖRÜŞLERİ İDRÂKTADIR" (6-103)
İdrâk. Zâtı itibariyle Allah'ı idrak edemez, çünkü idrak dediğin şey, isim mertebesinde meydana gelmiş bir mânânın, fiil mertebesindeki ifadesidir!..idrak, müdrikeye dayanır, idrak gücüne dayanır! Bu idrak gücü de esmâ mertebesinde meydana gelir. İlim sıfatının esmâ mertebesindeki mânâsı, efâl âlemine yansır idrakı oluşturur. İlim, sıfat mertebesindeki var oluştur.
Öyleyse sen bunların hangi düzeyinden bakarsan bak, neticede “Allah” isminin mânâsını senin görebilmen muhaldir!.. Ama şu da bir gerçek ki; Allah'tan başka bir varlığını görüyorum dersen, o da yalandır, iftirâdır!..


ALLAH’I RÜYADA GÖRMEK


Gerek Hazreti Rasûlullah ve gerekse Evliyaûllah'ın önde gelenlerinden bazı zevâtın rüyalarında, Allah'ı bir insan sûretinde gördüklerine dair nakiller mevcuttur. Bunlar elbette ki yalan değildir. Ancak rüyanın ne olduğunu iyi bilmek gerekir.
Rüyalar, çeşitli mânâların, o mânâlara uygun sûretlere bürünerek bize görünmesi hâlidir.
Esas itibariyle, her şey yâni her görüntü, Allahû Teâlâ'nın çeşitli isimlerinin mânâlarının bir sûrete bürünmüş hâlidir. Hattâ daha gerçeğiyle; biz o mânâları, beynimizdeki özel algılama sistemi ile, görüntüler, sûretler şeklinde algılarız.


MUSA AS’IN VÂRİSLERİ “GÖREMEZSİNİZ!”
HÜKMÜNDEN YETİŞTİRİRKEN,
HZ. MUHAMMED’İN VÂRİSLERİ
“HÂLÂ GÖREMİYOR MUSUNUZ?” DİYEREK
GÖRME ESASI ÜZERE YETİŞTİRİR!



Hazreti Musa aleyhisselâm ümmetinin en ileri gelenlerine dahi “Göremezsiniz” hükmü gelirken; Hazreti Muhammed aleyhisselâmın, Kur`ân-ı Kerim yolu ile kendisinden sonra gelmiş bütün insanlara vermek istediği şey, kendisinin görmüş olduğu “Allah`ın vechi”nin görülebileceği gerçeğidir!
Musa aleyhisselâm’ın vârisi olanlar, -ki bu gün de Musa`nın vârisleri vardır-; kendilerinde “tenzih” görüşü ağır basan velilerdir! ...
Eğer bu gün bir veli; “Allah görülmez, Allah`ın vechini görmek mümkün değildir, ben bu kişiyim, Allah, ötelerdedir”; diyorsa, o Musa ümmetindendir; yâni, o anlayışı paylaşanlardandır; Adı, Ahmet, Hasan, Hüseyin de olsa... Kelimeyi, ismi, târifi kaldırın, esas mânâyı farkedin!
Hazreti Muhammed aleyhisselâmın vârisi, Allah`ı göstermeyi meslek edinir; görme istidadı olanlara!
Çünkü kendisine o ilmi ve hâli miras bırakan, zâten o iş için vardı; ve esas görevi olarak onu yerine getiriyordu! Zâten kendisine bıraktığı miras da oydu! Sen ev sahibiysen, oğluna ev bırakırsın! Evlâttaki miras, babanın servetinin aynasıdır!
Hz. Musa aleyhisselâmın zamanımızdaki vârisleri, çevresindekileri, “göremezsiniz” hükmünden yetiştirir!
Hazreti Muhammed aleyhisselâmın vârisleri de “Hâlâ göremiyor musunuz?” diyerek, “görmek” esası üzere yetiştirir!
Ancak ne varki, bunlar hep ehli tarafından bilinen hususlardır!

09.06.2010

INCIL (Muhyiddin Arabi)

Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en yüce refikîne ileten ola..Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..
İNCİL: Allah tarafından İsa’ya a.s. nazil oldu.. Süryani dili ile geldi.. ON YEDİ şivede okunurdu..
İNCİL: Baba, ana, oğul ismi ile başlıyordu..KUR’AN: Rahman, Rahim Allah’ın adı ile.. başladığı gibi..İsa a.s. kavmi: Baba, ana, oğul meselesini dış manada aldı..Sandılar ki: Baba, ana , oğul işi; RUH; MERYEM; İSA’dır..İşte o zaman- “Allah, üçün üçüncüsüdür..” ( 5/73 )Dediler.. Ama bilmediler ki:BABA’dan murad, ALLAH ismidir..ANA’dan murad, ZATIN HÜKMÜDÜR.. Ki onun için:- Hakikatlerin mahiyeti..
Tabiri kullanılır..OĞUL’dan murad: KİTAB’dır. Ki o, mutlak varlıktır..Ve.. o Kitab: Künhün mahiyetinin bir neticesidir.. bir parçasıdır..Nitekim bu manada Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu: - “Ana Kitab onun katındadır..” ( 13/39 )İşbu âyet, anlattığımız manaya işarettir..Ve.. bu manaya dair tafsil, daha önceki yerinde de geçti..İsa’nın a.s. şu cümlesi de, onların yanlış anladıklarını gösterdi:- “Onlara söylediğim ancak, bana emrettiğindir..” ( 51/117 )Onun bu emrettiği ise.. İsa’nın a.s. onlara şu kelâmı tebliğidir:- “Sizin de Rabbınız, benim de Rabbım Allah’a ibadet ediniz..” ( 5/117)Bu kelâmı, onlara tebliğ etti ki, bilinsin: İsa a.s. İNCİL’in zâhir manasını anlamakta kusur etmemiştir..Üstelik, beyan ve izahını fazlası ile yapmıştır..Bu manayı onun şu sözü tasdik eder:- “Sizin de Rabbınız, benim de Rabbım Allah’a ibadet ediniz..” ( 5/117 )Bunu onlara söylemesinin bir sebebi de: Kendisinin Rabb olduğuna dair, ana ve ruh babında yanlış görüşlerini tashihtir..Onların yanlış davalarını da böylece çürütüyordu..Çünkü: Onlara gereken açıklamayı yapmıştır..Ancak onlar: İsa’nın a.s. açıklamasına bakıp üzerinde durmadılar.. Allah kelâmı üzerine kendi görüşleri cihetine gitmeyi tercih ettiler..
Allah-u Taâlâ’nın sualine cevap olarak:
- “Onlara söylediğim, ancak bana emrettiğindir..” ( 51/ 117 )Demesi, kavminin özrünü beyandır..Durum böyle olunca, şu mana çıkar:- O kelâmla elçiyi yollayan sensin..Yani: Başında; BABA, ANA ve OĞUL olanı..Bunu onlara tebliğ ettiğim zaman, kelâmından kendilerine zâhir olan manaya çektiler.. Onları, bunun için ayıplama.. Çünkü onlar, kelâmından anladıkları mana üzerinedirler.Böylece, onların şirki tevhid olmuştur..Zira onlar: İlâhî ihbarla öğrendikleri işi yaptılar..Yani kendilerine göre..Böyle olunca: Onların durumu, içtihadında hata eden bir müçtehid gibidir.. Ki, kendisine içtihad ecri vardır..Hâsılı: Böyle bir cevapla İsa a.s. kavminin Hakka karşı özrünü anlatıyordu..Bu şekilde bir özrün beyanına ise.. Allah-u Taâlâ’nın şu yollu sorusu sebeb olmuştur..- “Sen mi insanlara:- Beni ve anamı, Allah’tan başka ilâh tutun ..Dedin..” ( 5/116 )Bundan sonra, yolu aça aça sonu şu raddeye getirdi ve şöyle söyledi:- “Eğer onları bağışlarsan; sen, aziz hakimsin..” ( 5/118 )- Onlara azap edersen, şiddetli ceza sahibisin..Demedi.. Buna benzer bir şey de söylemedi..Mağfireti anlattı.. Mağfireti onlara Hak’tan taleb eyledi..Ki bu: İçinden gelen bir hükümdü..Çünkü onlar: Haktan ayrılmamışlardı..
Bu arada, şunu da açıktan bilmek gerekir ki:Peygamberler, a.s. azaba hak kazandığını bildiği kimselerin mağfireti talebinde bulunmazlar..Nitekim, bu mana Allah-u Taâlâ’nın, İbrahim a.s. için anlattığı şu kelâmı okununca daha iyi anlaşılır:- “İbrahim’in babasına yaptığı mağfiret talebi, ona yaptığı bir vaadin sonucu idi.. Vaktaki, onun Allah’a düşman olduğunu anladı; ondan tamamen ayrıldı..” ( 9/114 )Bütün peygamberlerin durumu aynı şekildedir..Ve.. İsa’nın a.s. mağfiret talebi ise.. onların bunu hak ettiklerini bildiği içindi..Onlar, işin hakikatında batıl iş üzere olsalar dahi, kendilerine göre, hak üzere idiler..Onların hak üzere oluşları, itikadları yönüyle, işin bir sonucu idi.. İsterse, hakikat yönüyle, işlerinin batıl olması sonucu azaba uğrasınlar..İşte.. İsa a.s. her iki durumu da nazara alarak şöyle dedi:- “Eğer azab edersen..” ( 5/118 )Sonra, işi tatlıya bağlamak için, şöyle dedi:- “Onlar senin kullarındır..” ( 5/118 )Bu son cümle ile şunu anlatıyordu:- Sana ibadet ederler.. İnatlaşıcı da değiller.. Mevlâsız olanlardan da değiller..Çünkü sen şöyle buyurdun:- “Kâfirlerin mevlâsı yoktur..” ( 47/11 )
Şu var ki, onlar: Hakikî manaya göre tahkik ehli idiler.. Zira Hak Taâlâ, İsa’nın a.s. hakikatıdır..Meryem’in de hakikatıdır..Ruh’ul - kudüs’ün de hakikatıdır..İşbu durum ise.. İsa’nın a.s. söylediği:- “Onlar senin kullarındır..” ( 9/114 )Cümlesinin manasıdır..
Ancak..Burada, bir hususa dikkatini çekmek ister; seni onların lehine şehadetten men ederim..Zira, aynı kelâmın peşinden Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu:- “Bu o gündür ki, doğrulara sadakatleri yararlı olur..” ( 5/119 )Bu cümle, İsa’nın a.s. yerine getirilmesini taleb ettiği işe karşılık söylendi; şu manaya gelir:- Onların, zâhir olan şekli ile, kelâmımı kendilerine göre tevil etmelerinde sadık değiller..İşbu mananın tersine olsa dahi, faydalı durumları Rabb’larına göredir..Başkasına göre değil..Bize göre onlara verilen makam: Dalâlet içinde olduklarıdır..Zâhiri durum: Bu manayadır.. Cezaya uğradıkları da bunun içindir..
Onların sonunda alacakları durum: Hak’tan yana nasiplerine göre Allah ile oluşları neyse odur..Bu da: Onların kendilerine göre olan itikadlarıdır.. Bundan elde edilecek hakikat miktarı ise.. içlerinde besledikleri itikaddaki doğrulukları kadardır.. Buna göre faydasını Rabbları katında bulurlar..Durum böyle olunca, onlar için verilecek hüküm: İlâhi rahmete kalmış olur..Bundan sonra da İsa a.s. hakkında besledikleri itikad, kendilerine yüz gösterir..O zaman da, kendilerine zâhir olan şudur: Anlatılan yönüyle, itikad ettikleri haktır.. Kendilerine olacak tecelli ise..bu itikadları cihetinden gelir..- Zira, Allah kulunun zannına göredir..Deyip yine İNCİL üzerine kelâmımıza dönelim.
Daha önce de anlatıldığı gibi; İNCİL, zat isimlerinden ibarettir..Yani: Zatın isimlerindeki tecellisinden..Sözü edilen bu tecellilerden biri de: Vahidiyetteki tecellisidir..İşbu tecelli, İsa, a.s. kavmine: İsa’da, Meryem ve Ruh’ul - Kudüs’te zâhir olmuştur..
Böyle olunca onlar: Anlatılan zuhur yerlerinin her birinde, Hakkı müşahede etmişlerdir..Bu tecelli yönünden her ne kadar haklı iseler de, gerçekten hataya düşmüş ve sapmışlardır..Hatalı cihetleri şudur: O tecelliyi götürüp yalnız İsa, Meryem ve Ruh’ul-kudüs’e bağlamışlardır..Sapık yönleri de şudur: Mutlak bir tecessüm ve mukayyed bir teşbihe kail olmaları..Yani: O vahidiyet tecellisinde..Halbuki onların kail olduğu bu mana, vahidiyet ahkâmından değildir..Özellikle takyid babında..İşte.. onların hataya düşüp saptıkları yer burasıdır..Bunu anlamaya çalış..
İNCİL’e konan nizam, ancak : Melekler âlemine has lahutî iffetin bu insan âlemi varlığına konmasıdır.Bu ise.. Hakkın halkta zuhur iktizasıdır..Ancak, Nasara taifesi, girdikleri tecessüm ve kısıtlama yoluna dalınca..Bu halleri İNCİL’e hakikat üzere konan manaya aykırı düştü..
Durum anlatıldığı gibi olunca: İNCİL’in hakkını Muhammediler yerine getirdiler..Çünkü İNCİL, bütünüyle KUR’AN âyetlerinden bir âyete konmuştur..O âyet ise.. şudur:- “Ona ruhumdan üfledim..” ( 15/29 )Onun ruhu da ondan başkası değildir..Bu âyet, Allah’u-Taâlâ’nın Âdem’de a.s. zuhurunun haberini verir..Aynı mana, şu âyet-i kerime ile de, teyid edilmiştir:- “Afakta ve kendi nefislerinde, âyetlerimizi onlara göstereceğiz ki: Hak olduğu açıktan kendilerine belli olsun..” ( 41/53 )Burada:- “A f a k..”Olarak anlatılan, bu âlem ve nefislerindeki Hak’tır..Daha sonra bu manayı, Muhammed S.A. için buyurduğu şu âyetlerde daha da açtı:- “Sana biat edenler, ancak Allah’a biat ederler..” ( 48/80 )- “Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur..” ( 4/80 )İşbu manalar icabıdır ki: Muhammed S.A. ümmeti , işin hakikatine ulaştı..Bunun için de, Hakka bağlı varlığı, yalnız Âdeme sığdırıp bırakmadı..Çünkü: Âyet, yalnız Âdem’i a.s. tayin etmiyordu..İşbu manadan edep alıp bildiler ki: Âdem’den murad, bu neviden insan çeşidine bağlı her ferttir..İlâhî emre imtisalen: Hakkı, bu varlık cüzlerinin her birinde müşahede yolu ile gördüler..İşbu mana:- “Hak olduğu kendilerine belli olsun..” ( 41/53 )Manasını taşıyan âyetin manasıdır..Bu manada: Müslümanların durumu da böyledir..Muhammed S.A. efendimizin durumu da aynıdır..
Eğer yukarıda anlatılana benzer bir âyet, İsa a.s. peygambere gelseydi; elbet onlar da bu yola hidayeti bulurlardı..Ancak, bu olamazdı..Çünkü: Allah-u Taâlâ’nın inzal buyurduğu her Kitab: Hidayettekilerin nasibini verdiği gibi, dalâlettekilerin nasibini de verir..Nitekim bu mana, Kur’anda sabittir.. ( Bak: Bakara suresi, âyet 26 )Bu bir gerçektir..Zâhirî ulemanın durumunu görmez misin?..Anlatılan iki âyetin tevilinde, nasıl da saptılar..Ve.. onları götürmek istedikleri yöne nasıl çekip götürdüler?..O çekip gittikleri yönde, Hak’tan yana bir yüz olsaydı, ne vardı?..Ama, kendilerini birtakım usuller sarmıştı; onlara dalıp Allah’tan uzağa düştüler.. Onu, bilmekten yana yaya kaldılar..Hakikat ehline gelince.. o iki âyet sayesinde Hakkı buldular..Onlarla, Hakkın marifetini elde ettiler..NETİCE: Bunlar nasıl hidayeti buldularsa.. öbürleri de aynı şekilde dalâlete düştüler..Allah-u Taâlâ, getirdiği bir misal dolayısı ile, bunlar için şöyle buyurdu:- “Allah onunla, nicelerini hidayete; nicelerini de dalâlete iter..Onunla dalâlete düşenler ise.. ancak, fasıklardır.. ( 2/26 )
Fasık: Fısk kelimesi kökünden gelir..Araplar, bunu bozuk yumurta için kullanırlar.. Bir yumurta, yavru çıkaramaz bir durumdaysa.. onun için:
Bu yumurta, fısk oldu..
Derler..Bu âyet-i kerimedeki:- “Fasıklar..” ( 2/26 )Lafzından murad ise.. ilâhî tecelliyi kabulden yana kabiliyetlerinin bozulduğudur..
Ki onların zihninde tasavvur edilen mana:- Allah’ın halkında zuhura gelemeyeceğidir..Bu zuhur ise.. elbet kendi zanlarına göre olmamaktadır..Bunun sebebi ise.. onlar, zat-ı ilâhî için hükme bağlanan bu zuhur olmama yönünü teyid eden tenzih usullerini bulup almışlardır..Böylece: Aynı olduğu babındaki emirleri bir yana atmışlarıdır.. Bunun yerine hükmî yönden konan vasıfları almışlardır..Hiç bir zaman da: Bu hükmî vasıfların, o aynı oluş için, halka ve Hakka bağlı varlık oluşu işinin, aynen bir kemâl olduğunu kabul edip bilmemişlerdir..Nitekim bu manayı, yüce Hak kendi özünden haber verirken, kitabının çeşitli yerlerinde anlatmıştır..İşte.. onlar arasında şu âyetleri alıyoruz:- “Ne yana dönseniz, Allah’ın yüzü o yandadır..” ( 2/115 )- “Nefislerinizde.. görmüyor musunuz?..” ( 51/21 )- “Gökleri, yeri ve aralarında olanı: Ancak, Hak olarak yarattık..” ( 15/85 ) - “Yerde ve göktekilerin hepsini, kendinden size ram eyledi.” ( 45/13 )Ayrıca, Resulullah S.A. efendimizin:- “Allah kulun: Kulağıdır.. gözüdür.. elidir.. dilidir..”Manalarına gelecek şekilde buyurduğu hadis-î şerif de önemlidir..Daha başka nice âyet ve hadis vardır ki, sayıya gelmez.Bizden bu kadar.. ötesini anla..Allah.. Hak söyler..Bu yola hidayeti nasib eden Allah’tır.

04.06.2010

die Lobpreisung der Mücken

http://img72.imageshack.us/img72/8034/tespihjv5.swf
(die Lobpreisung fängt nach dem 2 Textblatt an, dauert ein bißchen, deswegen klick erst den link an und lese danach weiter)


"Allah schämt sich nicht, irgendein Gleichnis zu prägen, sei es auch nur mit einer Mücke oder von etwas Höherem. Diejenigen nun, die glauben, wissen, daß es die Wahrheit ist (und) von ihrem Herrn (kommt). Diejenigen aber, die ungläubig sind, sagen: ""Was will denn Allah mit einem solchen Gleichnis?"" Er führt damit viele irre. Aber er leitet damit (auch) viele recht. Und nur die Frevler führt er damit irre."
2. Die Kuh (Al-Baqarah) Vers 26


Prof. Dr. Galin Asenof Hörte von seinem Muslimischen Arbeitskollegen, einen Zitat aus dem Quran in dem ihm gesagt wurde "alles was in den Himmeln und auf Erden ist Lobpreist Allah". Und hat daraufhin beschlossen die sache im Labor zu erforschen, eine Mücke fand er für seine forschung ideal.
Die Mücke kann ihre Flügel in einer Sekunde 1000-2000 mal schlagen,
jedoch können die Nerven nur 100 mal ein Signal (dafür) leiten,
dadurch schlägt die Mücke in einer sekunde 10 - 15 mal ihre Flügel.


Asenof hat als erstes den Ton der Mücke welche ihre Flügel schlägt
mit einem Laser Mikrofon aufgenommen,
später hat er den Ton langsammer abspielen lassen
bis zu einem Ton welches das Ohr eines Menschens verstehen konnte,
als er den Ton gehört hat wollte er seinen Ohren nicht glauben!