27.10.2010

das Wort war Gott- 4

Wie viele und verschiedene Wörter es gibt, Unzählbar..

"Himmel" "Buch" "All" "Nichts" "Bibel" "Quran" "Leben" "Tod" ...
und welches Wort fällt in dein Gedächtnis hinein?
ist es Gott? sind diese Worte Gott? Wenn man die Grenzen im Verstand wegschafft, dann ist die Antwort JA. Und dann ist das Wesen was wir Gott nennen, nicht mehr etwas was der Verstand Begreifen kann. Sondern etwas Überdimensionales..

Dazu kommt noch dass dieses Wesen nicht "nur" das unfassbare Wort ist..

20.10.2010

İlah'ın rengi

(De ki: "Hayatımız) Allah'ın rengi (ile renklenir!) Kim (hayata) Allah'tan daha güzel renk verebilir, eğer gerçekten O'na kulluk ediyorsak?"
ne kara olabildim siyah gibi, ne ak olabildim beyaz gibi, bizim rengimiz gri, biz Allah´in boyasıyla boyanmışız..

Bu mesaji mümin ve kafirin aynı çatı altında bulunduğu bir Alman forumunda ''die Farbe Gottes= İlah'ın rengi'' başlığı altında ying yang sembolü ile yayınladık, cevaben: sen Rabbimize bir renk mi isnat ediyorsun? dediler, Kimi de O'nun bir rengi yoktur ki dedi, biri de O'nun rengi pembedir dedi kimi bütün renkleri saydı.. ardından dedik ki, biz Rabbimizin rengi Gridir demedik ki, bizim rengimiz gridir dedik bu biir, ikincisi demek ki Kutsal metinlerde geçen bir kelimeyi, yapraktan okunduğu gibi değerlendirmemek lazım, bir renk kelimesinin içine onlarca renk sığdırılmış ise, bastığımız ''kelimeleri'' toprak deyip geçmememiz lazım..

Gri: Yeşil gibi aydınlık ve karanlığın kesiştiği bir karışım, yeşil hayatın rengi, gri ölümün, çoğu insan için sıkıcı bir renktir, gölgenin rengi de gridir, ve elinde olmadan hareket eder..

Duanın gücü

Amerikali araştırmacı Dr. N. J. Stowell duanın gücünü bilimsel olarak ıspatlamayı başardı.
Bu önemli araştırmayı kendisinden dinleyelim:


Tanrının insani bir tasavvurdan başka birşey olmadığına inanan koyu bir ateisttim.
Hayat sahibi, bizi seven ve kudret sahibi ilahi bir varlığa inanamıyordum.
Günün birinde bir kliniğin Patoloji labaratuvarında çalışıyordum. Görevim beynin yaydığı dalga boylarını ve bunların gücünü araştırmaktı. Araştırmalarımız sonucu beynin tıpkı bir radyo istasyonu gibi çalıştığını tespit ettik. Araştırmalarımız boyunca bundan daha fazlasını da tespit ettik. Birbirinden tamamen farklı özelliklere sahip bir dizi dalga boyları keşfettik.
Ekip arkadaşlarımızla beraber heyecanlı bir deney yapmaya karar verdik.
Ruhun bedenden ayrıldığı ölüm anında beyinde neler olduğunu gözlemleyecektik.
Bu deneyimiz için hastalığına rağmen neşesini koruyan, ruh hali ve morali normal gözüken bedenen durumu ağır ve beyin kanseriyle mücadele eden bir hanım hastada karar kıldık.
Bu hanım Hz.İsa’ya iman etmiş ve ömrü boyunca bu inanç ile yaşamıştı.
Ölümünden kısa bir süre önce çok hassas ölçümler yapabilen kayıt sistemimizi odasına kurduk. Bu sistem bize o son anda beyinde oluşan şeyleri gösterecekti.
Son sözlerini duyabilmek için yatağının üstüne mikrofonu bağlayıp yan odaya geçtik ve gözleme başladık.


Aklı selim 5 bilim adamıydık, içlerinde en katı ve en uyanık olanları da bendim. Ölçüm aletlerimizin önünde heyecanlı bir bekleyişe geçtik.
Ortada 0 noktası, sağa doğru 500 derece pozitif ve sola doğru 500 derece negatif ölçüm yapabilen bir ölçüm aracımız vardı. Aynı aletle kısa bir süre önce bir Radyo istasyonu üzerinden 50 Kw güç kullanarak bir mesaj yayımlamış, bu mesajı dünya etrafında dolaştırmış ve bize dönüşünde de 9 derece pozitif bir ölçüm kayıt etmiştik.


Hastanın durumu iyice ağırlaşmış ve artık son anlarına yaklaşmıştık. Kadın birden bire Rabbisine dua etmeye O’nu yüceltmeye başladı. Kendisine haksızlık eden bütün insanları affetmesi için O’na yalvardı: ‚‚biliyorum ki bütün güç ve kudret senin elindedir, hayatım boyunca bana yaşama gücü verdiğin ve beni gittiğim her yere taşıdığın için sana şükranlarımı sunuyorum.‘‘ Yaşadığı bunca olaya rağmen O’na olan sevgisinde hiçbir değişim olmadığını ve kurtarıcısı Mesihi görebilecek olmanın sevincini ve heyecanını dile getirdi. Bunun ardından kadının üzerine tarif edilmez bir huzur ve sevgi hakim oldu..


Bu tablo karşısında biz, ölçüm aletlerimizin başında adeta harap olmuştuk, ne için burda bulunduğumuzu dahi unutmuştuk, gözyaşlarımızdan utanmadan birbirimize bakınıp duruyorduk. Çocukluğumdan bu yana hiç bu kadar çok ağladığımı hatırlamıyorum öylesine etkilenmiştim. Kadın duaya devam ederken birden bire ölçüm aletimizden sesler gelmeye başladı, bi baktık ki ibre +500 e vurup duruyor. Bu ölçüm ile inanılmaz bir keşfe şahit olmuştuk:


Ölüm anında Allah ile bağlantıya geçen hasta bir kadının beyni, 55 Kw güçle bütün dünyaya yayımladığımız Radyo mesajından 55 kat daha güçlü bir etkiye sahipti,


Araştırmamızı geliştirmek amacıyla aynı deneyi inançsız bir insanla da yapmaya karar verdik, Hemşirelerden bize bu duruma uygun ölümcül bir hasta bulmalarını rica ettik,
Bir süre sonra aynı sistemle inançsız bir insanı ölüm anında gözlemlemeye başladık,
adam son derece sinirli ve ağzı bozuk biriydi, herşeye bağırıp çağırıyor yetmezmiş gibi Tanrı hakkında dahi ileri geri laflar ediyordu. Yine ölçüm aletimizden sesler geliyor, ve baktığımızda ibre -500 e vurup duruyordu. Bu gözlem sonrasında deneyimizin sonuna gelmiş, Allaha inanan ve inanmayan insanın durumunu bilimsel olarak ıspatlamıştık. O anda ateist dünya görüşüm sarsılmıştı, imansızlığımın ne kadar gülünç birşey olduğunu kendi gözlerimle görmüştüm. Düşüncelerin bu kadar büyük bir etkiye sahip olduğunu kim tahmin edebilirdi ki? Sadece ölüm anında değil, her AN’da?


Nereye gidiyor bunca enerji? Uzayın derinliklerine mi yükseliyor? Orada ne yapıyor?


Bu deney sonunda bir şeyden emin oldum, düşüncelerimizle her an dünyaya ve kaderine etki ediyoruz, ve dahası; insanlar kendilerini hasta ve güçsüz de hissetseler aslında çok önemli bir görevleri var: dualarıyla dünyayı daha iyi bir yörüngeye sokmak. Hiçbir dua ve düşünce yok olmuyor, enerjisi dünyayı sarıp kuşatıyor. Hikayenin ikinci kısmı da çok önemli, olumsuz düşüncelerin ne kadar zararlı olduğunu görüyoruz, onlar da bir enerji oluşturuyor ve dünyaya yayılıyorlar.


Otto Roesermoeller’in: Öte alemden yardım, duanın etkileri. Dua ile meydana gelen ani iyileşimlerin tıbbi tutanakları kitabından tercüme edilmiştir. (Karl Rohm- yayınevi)

12.10.2010

kod661: HZ. MEHDİ’NİN ZUHURU

kod661: HZ. MEHDİ’NİN ZUHURU: "Bilindiği gibi başlangıcı olan her şeyin, bir sonu da olacaktır. Dünyanın da bir başlangıcı olduğu gibi, sonu da vardır ve bu da Kıyamet..."

66 isim

Allah sadece Allah değildir. Allah ismi 66 isimden oluşan başka bir isim topluluğunun bir Hüsnasıdır. 66 isimden oluşan bu isim topluluğunda ise isimler yoktur onun yerine harfler/semboller vardır, örneğin bizim Allah diye zikrettiğimiz anahtar isim bu tabloda yalnızca 'H' diye geçer. Bu isim topluluğuna camii olan O isim ise.. işte O cennetin ve cennettekinin zikridir.

28.06.2010

MUHAMMED-EN

MUHAMMED-EN
 
Elif Cim Mim Sad

Geçenlerde bir arkadaşım bana şöyle bir soru sordu:

''Hepimiz ''Kelimei Şahadet'' getiriyoruz elhamdulillah, geçenlerde bir hadise denk geldim ve kafama takılan birşey oldu, şöyle ki; hadisin sonunda Rasulu Ekrem efendimiz (aleyhisselatuvesselam) kendisi de kelimei şahadet getiriyordu, ''Eşhedü en la ilahe illa Allah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah'' diyordu, sence bunun nedeni ne olabilir neden kendisi de kelimei şahadet getiriyor? Bu işin içinde bilmediğimiz bir mana olabilir mi?''

Bu sorudan şu bilgilere ulaştık:
''Allah' ismi nasıl ki Allahu mütealin 99 ismine camiidir, bütün isimler Allah ismi altında cem olur, Rahman Rahim Halik deyince Allah ismi aklımıza gelir, aynı şekilde ''Muhammed'' ismi de bütün Peygamber isimlerine camiidir.
Kuranı hakimin bazı ayetlerinde Peygamberler ümmetleri ile anılırken bazı yerlerde de isimlerinin sonuna getirilen ''İN'' ''EN'' gibi eklerle ümmetlerine camii olurlar, bize kaynak olan ayeti örnek verelim:
Furkan 38 de Müteal Yaratıcı şöyle buyuruyor:

''Ve aden ve semuda ve ashaber ressi ve kurunen bezne zalike kesira''
''Âd kavmini de, Semûd kavmini de, (Şuayb’ın) Ress Ashabını da, bunların arasında geçen bir çok ümmetleri de helâk ettik.''

Ad kavmi olarak tecrüme ettiğimiz kelime ayette sadece ''AD-EN'' olarak geçmektedir, ayetin orjinalinde ''Kavmi'' kelimesi geçmemektedir, ancak  AD ismi ile EN eki yanyana gelince mana olarak AD KAVMİ meydana çıkmaktadır, aynı şekilde Kelimei şahadette Muhammed-EN olarak zikrettiğimiz Muhammed ismi, bütün İslam Peygamberlerini, Sahabeyi, Rasulu Ekremin ümmetini içine almaktadır, yani Muhammed-EN ismi İbrahim yada İsa yada Musa .. Allahın selamı üzerlerine olsun bütün Peygamberleri kapsamaktadır hepsini içine almaktadır. Daha detaya inersek davete icab edeni yani Namaz kılanı da içine almaktadır. Yani Muhammed Mustafa Efendimiz kendi ismi aracılığı ile hem kendini hem kendinden önceki ABDleri hem de kendinden sonraki ABDleri tasdik ve şahitlik etmiştir.

Ezana ve kelimei şahadete bu manayı yüklediğin zaman, Ezana ve kelimei şahadete ''yanlıştır'' diyen gizli şirk ehlinin ve de ''Mü'min'' Yahudi ve Hıristiyan alimlerinin verecek bir cevapları kalmıyor.''

27.06.2010

“Ben O'yum… I'm That”

dbtr01 diyor ki:
Euzu Billahi
Bismillahirrahmanirrahim
Nuun Ba Ha Qaaf 1




Ya Allah ya Mukmil ya Vekil ya Hadi…


Kur’an, alemler yaratılmadan 50.000 yıl önce yazılmış…
Rasulullah A.v.s. a vahyedilmiş ilk sure ”Alak” suresi,
peki Rasulullah A.v.s. Alak suresine nasıl ulaşmıştır?
Kuran, Fatiha’nın 7 ayeti üstüne kurulmuş bir Kitap,
Fatiha’nın işlevi bir anahtar ya da açar işlevidir.
Kitabın açarı olmadan bu kitabın herhangi bir bölümünü okumak mümkün müdür?…
Söz konusu kitap Kuran ise değildir.
Bu yüzden kendisine Kitabın açarı olan Fatiha suresi Cebrail A.s. tarafından
Alak suresinden önce (ilkin batınından) okunmuştur.


Peki Fatiha suresinin açarı var mıdır?…


Fatiha suresinin de bir açarı vardır.
Bu açarın vahyi ise sesli ya da sözlü bir vahiy değildir.
53 Necm suresi, 17 ve 18. ayetlerde bu vahye işaret edilmektedir.


Muhammed Esed çevirisi:


8. Ve sonra yaklaşarak yanına geldi,
9. aralarında iki yay mesafesi kalıncaya kadar, hatta daha da yakınına.
10. Böylece [Allah], vahyedilmesini uygun gördüğü her şeyi kuluna vahyetmiş oldu.
11. [Kulunun] kalbi gördüğünü yalanlamadı:
12. Peki siz, ne gördüğü konusunda o’nunla tartışmaya mı giriyorsunuz?
13. Ve onu bir kez daha gördü,
14. en uzak noktadaki sidre ağacının yanında,
15. vaad edilen bahçenin yakınında,
16. meçhul bir parlaklığın çevresini sarıp kuşattığı sidre ağacının başında.
17. [Dikkat edin,] göz ne kaydı, ne de (başka yöne) çevrildi:
18. ve o, gerçekten de Rabbinin en muhteşem sembollerinden bir kısmını.


Cebrail A.s. gözleri ile Rasulullah A.s. a bir işaret yapmıştır.
Gözün merkezindeki siyah nokta sabit kalmış,
Noktayı çevreleyen göz kısmı noktanın etrafında dönmüştür.


Bu en büyük misali anlamak için
Beyti Haram’a git, yüksel, O kadar yüksel ki, Ev nokta kadar, Kaabe göz kadar kalsın, bak ve gör.


”Ben O’nun içindeki noktayım”


vel Hamdulillahirrabilalemin ves selatu ves selamu alel Murseliyne,
Allahumme salli ala Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain.


  1. BirDOST diyor ki:
    ”Bu açarın vahyi ise sesli ya da sözlü bir vahiy değildir.”
    O görüntüdeki nedir?
    Sessizlikden sonra gelen ilk söz nedir?
    Hangi Âlem’de olur bu hâdise?
    Güvenlik kodu: salavatt..:)


  2. dbtr01 diyor ki:
    “Allhumme salli ala seyyidine Muhammed” diyelim o zaman, aşk ile : )
    Allah’a yakın olanların okuduğu ”illiyyun”un alfabesi nasıl bir alfabedir?
    Öyle ya her kitabın bir alfabesi var…
    ”Görüntüdeki”, bir satranç oyununun son hamlesidir:
    Şah çekilmiş ve “Şah!” denmiştir artık.
    Bu sessizlikten sonra gelen ilk söz Elhamdulillahirrabilalemin’dir;
    Allah ve Rasulu en doğrusunu bilirler.


  3. BirDOST diyor ki:
    Besmelesiz Fatiha olmaz …:)


  4. dbtr01 diyor ki:
    Besmelenin en güzeli ise Euzu Billahi’li olanıdır : )
    Muhammed A.v.s. Hira mağarasında Cebrail A.s. ile karşılaşınca,
    Kuran’da tarif edildiği şekilde abdestli de değildir.
    Mucize icad su ile arınıyor ve enerji kazanıyoruz…
    Melek Nur’dan oluşur derler…
    Cebrail A.s. 3 kere Rasul’u Ekremi sıkmış ve Nur’la arındırmıştır.
    İlk Kuran okuduğunuzda su yerine nur ile abdest aldığınızı düşünün…
    Rasulu Ekrem, Sistemi deşifre etmiş, ama insanlara nasıl açıklayacağını bilemiyor…
    İnen ayet ise
    İKRA.
    Siz Kuran’ın yazarı olsaydınız, hangi ayet ile başlardınız Kuran’ı inzale?
    Sizin Cebrailiniz nasıl olurdu?
    Mukallib Allah ve Rasulu en doğrusunu bilirler…
    dbtr01 diyor ki:
    Açığa çıkan ilim (ve isim) ne kadar yüce olursa olsun,
    onu değerlendirebilen kul için zahir olmuştur.
    Kuran’ı zaman ve mekan’dan kurtardığınızda, okuduğunuz her ayet Cebrail A.s. tarafından o anda size okunmakta olan bir canlı yayına ya da Kuran’da ki tabiri ile Vahiy’e dönüşür.
    Bu durumda, alemler Muhammed için Muhammed (A.v.s.) dahi senin için yaratılmıştır.
    Nasır Allah ve Rasulu en doğrusunu bilirler.

23.06.2010

Rahman und Rahim 2

Es gibt im Quran ein Kapitel welches er Rahman heißt, und dieses Kapitel wurde in den Tagen Offenbart, wo die Menschen Muhammed Friede sei auf ihm fragten: "Was ist Rahman?"
Heutzutage wird dieser Name mit Barmherziger, Erbarmer, Gnädiger Übersetzt, doch der wahre Auftrag dieses Namens ist in den ersten 4 Versen dieses Kapitels Versteckt:
"Der Gnädige,
lehrte den Quran,
erschuf den Menschen,
und lehrte ihn, sich auszudrücken."


Rahman ist der Verstand, der alles Bewertet, Versteht, Annimmt, Lernt und Lehrt, der Formlose Gott in dir, das Unbegrenzte Wort, die Quelle deiner Gedanken. Es ist das Wort welches nameAllah mit dem Fleisch Bekleidete, und sich somit Sehbar machte (Rahim)..


Also Beugten sich die Engeln nicht vor Adams Fleisch sondern vor Rahman,
vor dem Überdimensionalen Wesen welches Adam aus dem nichts Erschuf und danach Adams Thron Eroberte.

16.06.2010

ALLAH c.c. görülebilir mi?



ALLAH’I GÖRMEK (RÜ’YET)
"Rü'yet" görüş anlamındadır. Rüya dahi görülen şeyler şeklinde anlaşılabilir!
Sûret sahibi, şekli olan varlıklar için görüş mânâsında kullanılabilen "Rüyet" kelimesi, Allah için kullanıldığında ise "İLİM" anlamında anlaşılır.

ALLAH’I GÖRMEK,
ALLAH İLMİYLE MÜCEHHEZ OLMAKTIR.
ALLAH
MADDE GÖZLE GÖRÜLMEKTEN MÜNEZZEHTİR!



Allah'ı, ancak bâtın gözü ile müşahede edebilirsin. Bâtın gözü ile müşahede edebilirsin derken, ne demek istediğim anlaşıldı mı?
Zâhir isminin de mânâsı, Bâtın isminin de mânâsı Allah'a aittir!.. Fakat Allah'ı zâhirde görüyorum diyemezsin! Çünkü zâhir dediğin âlem, kısıtlılık âlemidir! Neye göre?.. Senin görme boyutuna, görme işlevini yapan nesnene göre!.. Çünkü görme dediğin fiil, göz aracına bağlı değil mi; beyne bağlı değil mi?
Dolayısıyla, bu mahaller de, Hakk’ın zâhir ismi yönünden, her ne kadar Hakk ise de; nihâyet belli bir terkip, belli bir kâbiliyet ile kayıtlıdır. Kayıtlı varlık, kayıtsız varlığı göremez!.. Kayıtlı varlık, kayıtlı varlığı görebilir!
Kayıtlı varlığın, kayıtlı varlığı müşahedesi dolayısıyla da “Ben Allah'ı görüyorum" diyemezsin! "Ben Allah'taki mânâlardan meydana gelen âlemi müşahede ediyorum" diyebilirsin!
Allah’ı neyle seyredebilirsin, Allah’ı neyle görebilirsin?
“Allah’ı görmek” denen şey nedir?
Allah’ı görme, bir kere senin anladığın, benim anladığım mânâda "görme" fiili değildir! “Allah'ı görmek” denen şey, "görme" fiili değildir!
Çünkü, “Allah'ı görüyorum” dediğin zaman; Allah isminin mânâsı; daha ilk sohbetlerimizde konuştuk ki, zâtı, sıfatı, isimleri ve efâliyle tüm kâinat bunun içine girer! Ve bu kâinatın esmâsı, sıfatı ve zâtını da ihâta etmesi şart!
Böyle bir varlık!
Halbuki, sendeki görme hâli, "görüyorum" dediğin hâl, eğer fiil mertebesindeki göz dediğimiz noktayı da kaldırırsak ortadan, bir idrâktır... Bir ilimdir!


Hakikat ilmine dair olan ilim ise asıl gerçek ilimdir. Herhangi bir konuya bağlanmadan sadece "ilim" kelimesiyle Hazreti Rasûlullah'ın bahsetmiş olduğu "ilim", hep "Hakikat ilmi”dir; ki, bu tüm mevcûdatın özünde saklı olan SIRRI bildiren ilimdir.
Hakikat ilmi, gözle görülecek surî yâni şekli, maddesi olan bir nesne değildir. Dolayısıyla ister madde gözüyle, ister rüya şeklinde görülmesi sözkonusu olan bir şey değildir HAKİKAT ilmi!
Hakikat ilmi, gözle görülecek, yâni rü'yet edilecek bir şey olmaz ise; O yüce ilmin ZÂTI nasıl görülebilir ki?
İşte bu sebepledir ki, kim baş gözüyle veya rüya şeklinde Allah'ın görülebileceğinden söz ederse, bu kişi ilmin özünden mahrum olması sebebiyle konunun hakikatından mahrumdur.
Zîrâ “Allah” ismiyle işaret edilen, bir maddî yapı değildir! Dolayısıyla maddeye dayanan beş duyu ile anlaşılması da mümkün değildir!
Bu sebepledir ki, Allah isimli, sonsuz-sınırsız yüce varlığın gözle görülmesi mümkün değildir.

“ALLAH’I GÖRDÜM” DERSEN EĞER,
O SENİN KENDİ HAYÂLİNDE SANA AÇILAN
RABBINDIR!
ANCAK ALLAH KENDİSİ KENDİSİNİ GÖRÜR!



Esas itibariyle Allah’ı seyir, ilimden ibarettir.
Yâni; rü’yet, ilimdir!.
İlmin dışındaki bir rü’yet ise hayâle girer!. Tahayyül sùretiyledir!. Çünkü görme mânâsındaki bir rü’yet ancak bir ilâh için, yaratılmış bir ilâh için söz konusu olur! Yaratılmış ilâh olmaz!.
Yaratılmış ilâh olmazsa, yaratılmamışın görülmesi zaten mümkün olmaz!.İnsan yaratılmıştır, bunu daha evvel konuştuk...Yâni, belli isimlerin mânâsının âşikâre çıkışıyla varolan varlık, bu yönüyle yaratılmıştır!. Yaratılanın yaratanı ihâta etmesi, görebilmesi zaten muhaldir!.
Ancak Allah kendisi, kendisini görür!. Ne anda, hangi anda sen “Allah’ı gördüm”, “Allah’ı duydum” dersin, o senin kendi hayâlinde sana açılan Rabbındır!.
Öyle ise, ”Allah’a vâsıl olmaktan” mânâ, Allah’ın ilmini, ”sen” adı altında izhârından başka bir şey değildir!.




“O”, BASİRETLE GÖRÜLÜR
"O", ‘’Basar’’la değil ‘’Basîret’’le görülür; çünkü ‘’Basîr’’, O’dur!.


KİM Kİ İLİMDEN SONRA HÂLÂ RÜ'YET İSTERSE,
O PERDELİLERDENDİR

Gavs-ı Â'zâm Abdülkâdir Geylanî hazretleri, Allah’ı rü'yet konusunda şöyle der:
"KİM Kİ RÜ'YETİ, İLMİN GAYRI ZANNEDERSE, O GÜVENİLMEYECEK ZANNA ALDANIP, MAĞRURLARDAN OLUR."
"KİM Kİ İLİMDEN SONRA HÂLÂ RÜ'YET İSTERSE, O PERDELİLERDENDİR"
Evet, Allah'ı rü'yet, Allah ilmiyle mücehhez olmaktır. Çünkü Allah, madde gözle görülmekten münezzehtir.
Esasen “görüş” denen şey, gerçeği itibariyle bir konuda ilim sahibi olmaktır! Çünkü gerçekte beyin kendisine gelen görüntü sinyallerini değerlendirerek ilim sahibi olan bir merkezdir.


“Allah” adıyla işaret edilen ise, "Âlim" isminin işaret ettiği üzere, ilim sahibidir. Hayattan sonra, gelen ikinci zâtî sıfatı itibariyle İLİM sahibidir. Ve nihâyet ZÂTÎ İLİMDİR!
Varlığı, madde ve şekilden münezzeh olanın ise elbette ki rü`yeti muhaldir. Ama RÜ'YET de haktır!
Evet, işte bu söz konusu olan "RÜ'YET" de "İLİM"dir ki Abdülkâdir Geylânî hazretleri bize burada bu gerçeği idrâk ettirmeye çalışıyor.
"Kim ki rü'yeti ilmin gayrı zannederse", yâni kişi gerçekten madde veya şekil olarak görülecek bir Rabbi olduğunu zannetmekte ise, o kişi farkında olmadan hayâlinde var olan bir tanrı mevhumuna tapmaktadır. Allah bu tür zanlardan münezehtir!

“GÖRMEDİĞİM ALLAH’A İBADET ETMEM!”

(Soru: Hz Ali, “Görmediğim Allah’a kulluk etmem“ nüktesi ile neyi anlatmak istiyordu?)
Kendisindeki enfüsi ve âfâki müşahedenin tam oluşunu... Dolayısıyla Aynel Yakin müşahede sahibi oluşunu...

ALLAH’I ZÂTIYLA GÖREMEZSİNİZ!

Allah’ı Zâtıyla göremezsiniz!. Sureti, şekli, özelliği olan bir varlık değildir O!.. O’nun ilmini, O’nun nurlarını hissedebilirsiniz içinizde!.


GÖZLER O'NU İDRÂK EDEMEZ,
FAKAT O, GÖRÜŞLERİ İDRÂKTADIR!

İdrâk, Allah'ı idrâk edebilir mi?
"GÖZLER O'NU İDRÂK EDEMEZ; FAKAT O, GÖRÜŞLERİ İDRÂKTADIR" (6-103)
İdrâk. Zâtı itibariyle Allah'ı idrak edemez, çünkü idrak dediğin şey, isim mertebesinde meydana gelmiş bir mânânın, fiil mertebesindeki ifadesidir!..idrak, müdrikeye dayanır, idrak gücüne dayanır! Bu idrak gücü de esmâ mertebesinde meydana gelir. İlim sıfatının esmâ mertebesindeki mânâsı, efâl âlemine yansır idrakı oluşturur. İlim, sıfat mertebesindeki var oluştur.
Öyleyse sen bunların hangi düzeyinden bakarsan bak, neticede “Allah” isminin mânâsını senin görebilmen muhaldir!.. Ama şu da bir gerçek ki; Allah'tan başka bir varlığını görüyorum dersen, o da yalandır, iftirâdır!..


ALLAH’I RÜYADA GÖRMEK


Gerek Hazreti Rasûlullah ve gerekse Evliyaûllah'ın önde gelenlerinden bazı zevâtın rüyalarında, Allah'ı bir insan sûretinde gördüklerine dair nakiller mevcuttur. Bunlar elbette ki yalan değildir. Ancak rüyanın ne olduğunu iyi bilmek gerekir.
Rüyalar, çeşitli mânâların, o mânâlara uygun sûretlere bürünerek bize görünmesi hâlidir.
Esas itibariyle, her şey yâni her görüntü, Allahû Teâlâ'nın çeşitli isimlerinin mânâlarının bir sûrete bürünmüş hâlidir. Hattâ daha gerçeğiyle; biz o mânâları, beynimizdeki özel algılama sistemi ile, görüntüler, sûretler şeklinde algılarız.


MUSA AS’IN VÂRİSLERİ “GÖREMEZSİNİZ!”
HÜKMÜNDEN YETİŞTİRİRKEN,
HZ. MUHAMMED’İN VÂRİSLERİ
“HÂLÂ GÖREMİYOR MUSUNUZ?” DİYEREK
GÖRME ESASI ÜZERE YETİŞTİRİR!



Hazreti Musa aleyhisselâm ümmetinin en ileri gelenlerine dahi “Göremezsiniz” hükmü gelirken; Hazreti Muhammed aleyhisselâmın, Kur`ân-ı Kerim yolu ile kendisinden sonra gelmiş bütün insanlara vermek istediği şey, kendisinin görmüş olduğu “Allah`ın vechi”nin görülebileceği gerçeğidir!
Musa aleyhisselâm’ın vârisi olanlar, -ki bu gün de Musa`nın vârisleri vardır-; kendilerinde “tenzih” görüşü ağır basan velilerdir! ...
Eğer bu gün bir veli; “Allah görülmez, Allah`ın vechini görmek mümkün değildir, ben bu kişiyim, Allah, ötelerdedir”; diyorsa, o Musa ümmetindendir; yâni, o anlayışı paylaşanlardandır; Adı, Ahmet, Hasan, Hüseyin de olsa... Kelimeyi, ismi, târifi kaldırın, esas mânâyı farkedin!
Hazreti Muhammed aleyhisselâmın vârisi, Allah`ı göstermeyi meslek edinir; görme istidadı olanlara!
Çünkü kendisine o ilmi ve hâli miras bırakan, zâten o iş için vardı; ve esas görevi olarak onu yerine getiriyordu! Zâten kendisine bıraktığı miras da oydu! Sen ev sahibiysen, oğluna ev bırakırsın! Evlâttaki miras, babanın servetinin aynasıdır!
Hz. Musa aleyhisselâmın zamanımızdaki vârisleri, çevresindekileri, “göremezsiniz” hükmünden yetiştirir!
Hazreti Muhammed aleyhisselâmın vârisleri de “Hâlâ göremiyor musunuz?” diyerek, “görmek” esası üzere yetiştirir!
Ancak ne varki, bunlar hep ehli tarafından bilinen hususlardır!

09.06.2010

INCIL (Muhyiddin Arabi)

Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en yüce refikîne ileten ola..Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..
İNCİL: Allah tarafından İsa’ya a.s. nazil oldu.. Süryani dili ile geldi.. ON YEDİ şivede okunurdu..
İNCİL: Baba, ana, oğul ismi ile başlıyordu..KUR’AN: Rahman, Rahim Allah’ın adı ile.. başladığı gibi..İsa a.s. kavmi: Baba, ana, oğul meselesini dış manada aldı..Sandılar ki: Baba, ana , oğul işi; RUH; MERYEM; İSA’dır..İşte o zaman- “Allah, üçün üçüncüsüdür..” ( 5/73 )Dediler.. Ama bilmediler ki:BABA’dan murad, ALLAH ismidir..ANA’dan murad, ZATIN HÜKMÜDÜR.. Ki onun için:- Hakikatlerin mahiyeti..
Tabiri kullanılır..OĞUL’dan murad: KİTAB’dır. Ki o, mutlak varlıktır..Ve.. o Kitab: Künhün mahiyetinin bir neticesidir.. bir parçasıdır..Nitekim bu manada Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu: - “Ana Kitab onun katındadır..” ( 13/39 )İşbu âyet, anlattığımız manaya işarettir..Ve.. bu manaya dair tafsil, daha önceki yerinde de geçti..İsa’nın a.s. şu cümlesi de, onların yanlış anladıklarını gösterdi:- “Onlara söylediğim ancak, bana emrettiğindir..” ( 51/117 )Onun bu emrettiği ise.. İsa’nın a.s. onlara şu kelâmı tebliğidir:- “Sizin de Rabbınız, benim de Rabbım Allah’a ibadet ediniz..” ( 5/117)Bu kelâmı, onlara tebliğ etti ki, bilinsin: İsa a.s. İNCİL’in zâhir manasını anlamakta kusur etmemiştir..Üstelik, beyan ve izahını fazlası ile yapmıştır..Bu manayı onun şu sözü tasdik eder:- “Sizin de Rabbınız, benim de Rabbım Allah’a ibadet ediniz..” ( 5/117 )Bunu onlara söylemesinin bir sebebi de: Kendisinin Rabb olduğuna dair, ana ve ruh babında yanlış görüşlerini tashihtir..Onların yanlış davalarını da böylece çürütüyordu..Çünkü: Onlara gereken açıklamayı yapmıştır..Ancak onlar: İsa’nın a.s. açıklamasına bakıp üzerinde durmadılar.. Allah kelâmı üzerine kendi görüşleri cihetine gitmeyi tercih ettiler..
Allah-u Taâlâ’nın sualine cevap olarak:
- “Onlara söylediğim, ancak bana emrettiğindir..” ( 51/ 117 )Demesi, kavminin özrünü beyandır..Durum böyle olunca, şu mana çıkar:- O kelâmla elçiyi yollayan sensin..Yani: Başında; BABA, ANA ve OĞUL olanı..Bunu onlara tebliğ ettiğim zaman, kelâmından kendilerine zâhir olan manaya çektiler.. Onları, bunun için ayıplama.. Çünkü onlar, kelâmından anladıkları mana üzerinedirler.Böylece, onların şirki tevhid olmuştur..Zira onlar: İlâhî ihbarla öğrendikleri işi yaptılar..Yani kendilerine göre..Böyle olunca: Onların durumu, içtihadında hata eden bir müçtehid gibidir.. Ki, kendisine içtihad ecri vardır..Hâsılı: Böyle bir cevapla İsa a.s. kavminin Hakka karşı özrünü anlatıyordu..Bu şekilde bir özrün beyanına ise.. Allah-u Taâlâ’nın şu yollu sorusu sebeb olmuştur..- “Sen mi insanlara:- Beni ve anamı, Allah’tan başka ilâh tutun ..Dedin..” ( 5/116 )Bundan sonra, yolu aça aça sonu şu raddeye getirdi ve şöyle söyledi:- “Eğer onları bağışlarsan; sen, aziz hakimsin..” ( 5/118 )- Onlara azap edersen, şiddetli ceza sahibisin..Demedi.. Buna benzer bir şey de söylemedi..Mağfireti anlattı.. Mağfireti onlara Hak’tan taleb eyledi..Ki bu: İçinden gelen bir hükümdü..Çünkü onlar: Haktan ayrılmamışlardı..
Bu arada, şunu da açıktan bilmek gerekir ki:Peygamberler, a.s. azaba hak kazandığını bildiği kimselerin mağfireti talebinde bulunmazlar..Nitekim, bu mana Allah-u Taâlâ’nın, İbrahim a.s. için anlattığı şu kelâmı okununca daha iyi anlaşılır:- “İbrahim’in babasına yaptığı mağfiret talebi, ona yaptığı bir vaadin sonucu idi.. Vaktaki, onun Allah’a düşman olduğunu anladı; ondan tamamen ayrıldı..” ( 9/114 )Bütün peygamberlerin durumu aynı şekildedir..Ve.. İsa’nın a.s. mağfiret talebi ise.. onların bunu hak ettiklerini bildiği içindi..Onlar, işin hakikatında batıl iş üzere olsalar dahi, kendilerine göre, hak üzere idiler..Onların hak üzere oluşları, itikadları yönüyle, işin bir sonucu idi.. İsterse, hakikat yönüyle, işlerinin batıl olması sonucu azaba uğrasınlar..İşte.. İsa a.s. her iki durumu da nazara alarak şöyle dedi:- “Eğer azab edersen..” ( 5/118 )Sonra, işi tatlıya bağlamak için, şöyle dedi:- “Onlar senin kullarındır..” ( 5/118 )Bu son cümle ile şunu anlatıyordu:- Sana ibadet ederler.. İnatlaşıcı da değiller.. Mevlâsız olanlardan da değiller..Çünkü sen şöyle buyurdun:- “Kâfirlerin mevlâsı yoktur..” ( 47/11 )
Şu var ki, onlar: Hakikî manaya göre tahkik ehli idiler.. Zira Hak Taâlâ, İsa’nın a.s. hakikatıdır..Meryem’in de hakikatıdır..Ruh’ul - kudüs’ün de hakikatıdır..İşbu durum ise.. İsa’nın a.s. söylediği:- “Onlar senin kullarındır..” ( 9/114 )Cümlesinin manasıdır..
Ancak..Burada, bir hususa dikkatini çekmek ister; seni onların lehine şehadetten men ederim..Zira, aynı kelâmın peşinden Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu:- “Bu o gündür ki, doğrulara sadakatleri yararlı olur..” ( 5/119 )Bu cümle, İsa’nın a.s. yerine getirilmesini taleb ettiği işe karşılık söylendi; şu manaya gelir:- Onların, zâhir olan şekli ile, kelâmımı kendilerine göre tevil etmelerinde sadık değiller..İşbu mananın tersine olsa dahi, faydalı durumları Rabb’larına göredir..Başkasına göre değil..Bize göre onlara verilen makam: Dalâlet içinde olduklarıdır..Zâhiri durum: Bu manayadır.. Cezaya uğradıkları da bunun içindir..
Onların sonunda alacakları durum: Hak’tan yana nasiplerine göre Allah ile oluşları neyse odur..Bu da: Onların kendilerine göre olan itikadlarıdır.. Bundan elde edilecek hakikat miktarı ise.. içlerinde besledikleri itikaddaki doğrulukları kadardır.. Buna göre faydasını Rabbları katında bulurlar..Durum böyle olunca, onlar için verilecek hüküm: İlâhi rahmete kalmış olur..Bundan sonra da İsa a.s. hakkında besledikleri itikad, kendilerine yüz gösterir..O zaman da, kendilerine zâhir olan şudur: Anlatılan yönüyle, itikad ettikleri haktır.. Kendilerine olacak tecelli ise..bu itikadları cihetinden gelir..- Zira, Allah kulunun zannına göredir..Deyip yine İNCİL üzerine kelâmımıza dönelim.
Daha önce de anlatıldığı gibi; İNCİL, zat isimlerinden ibarettir..Yani: Zatın isimlerindeki tecellisinden..Sözü edilen bu tecellilerden biri de: Vahidiyetteki tecellisidir..İşbu tecelli, İsa, a.s. kavmine: İsa’da, Meryem ve Ruh’ul - Kudüs’te zâhir olmuştur..
Böyle olunca onlar: Anlatılan zuhur yerlerinin her birinde, Hakkı müşahede etmişlerdir..Bu tecelli yönünden her ne kadar haklı iseler de, gerçekten hataya düşmüş ve sapmışlardır..Hatalı cihetleri şudur: O tecelliyi götürüp yalnız İsa, Meryem ve Ruh’ul-kudüs’e bağlamışlardır..Sapık yönleri de şudur: Mutlak bir tecessüm ve mukayyed bir teşbihe kail olmaları..Yani: O vahidiyet tecellisinde..Halbuki onların kail olduğu bu mana, vahidiyet ahkâmından değildir..Özellikle takyid babında..İşte.. onların hataya düşüp saptıkları yer burasıdır..Bunu anlamaya çalış..
İNCİL’e konan nizam, ancak : Melekler âlemine has lahutî iffetin bu insan âlemi varlığına konmasıdır.Bu ise.. Hakkın halkta zuhur iktizasıdır..Ancak, Nasara taifesi, girdikleri tecessüm ve kısıtlama yoluna dalınca..Bu halleri İNCİL’e hakikat üzere konan manaya aykırı düştü..
Durum anlatıldığı gibi olunca: İNCİL’in hakkını Muhammediler yerine getirdiler..Çünkü İNCİL, bütünüyle KUR’AN âyetlerinden bir âyete konmuştur..O âyet ise.. şudur:- “Ona ruhumdan üfledim..” ( 15/29 )Onun ruhu da ondan başkası değildir..Bu âyet, Allah’u-Taâlâ’nın Âdem’de a.s. zuhurunun haberini verir..Aynı mana, şu âyet-i kerime ile de, teyid edilmiştir:- “Afakta ve kendi nefislerinde, âyetlerimizi onlara göstereceğiz ki: Hak olduğu açıktan kendilerine belli olsun..” ( 41/53 )Burada:- “A f a k..”Olarak anlatılan, bu âlem ve nefislerindeki Hak’tır..Daha sonra bu manayı, Muhammed S.A. için buyurduğu şu âyetlerde daha da açtı:- “Sana biat edenler, ancak Allah’a biat ederler..” ( 48/80 )- “Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur..” ( 4/80 )İşbu manalar icabıdır ki: Muhammed S.A. ümmeti , işin hakikatine ulaştı..Bunun için de, Hakka bağlı varlığı, yalnız Âdeme sığdırıp bırakmadı..Çünkü: Âyet, yalnız Âdem’i a.s. tayin etmiyordu..İşbu manadan edep alıp bildiler ki: Âdem’den murad, bu neviden insan çeşidine bağlı her ferttir..İlâhî emre imtisalen: Hakkı, bu varlık cüzlerinin her birinde müşahede yolu ile gördüler..İşbu mana:- “Hak olduğu kendilerine belli olsun..” ( 41/53 )Manasını taşıyan âyetin manasıdır..Bu manada: Müslümanların durumu da böyledir..Muhammed S.A. efendimizin durumu da aynıdır..
Eğer yukarıda anlatılana benzer bir âyet, İsa a.s. peygambere gelseydi; elbet onlar da bu yola hidayeti bulurlardı..Ancak, bu olamazdı..Çünkü: Allah-u Taâlâ’nın inzal buyurduğu her Kitab: Hidayettekilerin nasibini verdiği gibi, dalâlettekilerin nasibini de verir..Nitekim bu mana, Kur’anda sabittir.. ( Bak: Bakara suresi, âyet 26 )Bu bir gerçektir..Zâhirî ulemanın durumunu görmez misin?..Anlatılan iki âyetin tevilinde, nasıl da saptılar..Ve.. onları götürmek istedikleri yöne nasıl çekip götürdüler?..O çekip gittikleri yönde, Hak’tan yana bir yüz olsaydı, ne vardı?..Ama, kendilerini birtakım usuller sarmıştı; onlara dalıp Allah’tan uzağa düştüler.. Onu, bilmekten yana yaya kaldılar..Hakikat ehline gelince.. o iki âyet sayesinde Hakkı buldular..Onlarla, Hakkın marifetini elde ettiler..NETİCE: Bunlar nasıl hidayeti buldularsa.. öbürleri de aynı şekilde dalâlete düştüler..Allah-u Taâlâ, getirdiği bir misal dolayısı ile, bunlar için şöyle buyurdu:- “Allah onunla, nicelerini hidayete; nicelerini de dalâlete iter..Onunla dalâlete düşenler ise.. ancak, fasıklardır.. ( 2/26 )
Fasık: Fısk kelimesi kökünden gelir..Araplar, bunu bozuk yumurta için kullanırlar.. Bir yumurta, yavru çıkaramaz bir durumdaysa.. onun için:
Bu yumurta, fısk oldu..
Derler..Bu âyet-i kerimedeki:- “Fasıklar..” ( 2/26 )Lafzından murad ise.. ilâhî tecelliyi kabulden yana kabiliyetlerinin bozulduğudur..
Ki onların zihninde tasavvur edilen mana:- Allah’ın halkında zuhura gelemeyeceğidir..Bu zuhur ise.. elbet kendi zanlarına göre olmamaktadır..Bunun sebebi ise.. onlar, zat-ı ilâhî için hükme bağlanan bu zuhur olmama yönünü teyid eden tenzih usullerini bulup almışlardır..Böylece: Aynı olduğu babındaki emirleri bir yana atmışlarıdır.. Bunun yerine hükmî yönden konan vasıfları almışlardır..Hiç bir zaman da: Bu hükmî vasıfların, o aynı oluş için, halka ve Hakka bağlı varlık oluşu işinin, aynen bir kemâl olduğunu kabul edip bilmemişlerdir..Nitekim bu manayı, yüce Hak kendi özünden haber verirken, kitabının çeşitli yerlerinde anlatmıştır..İşte.. onlar arasında şu âyetleri alıyoruz:- “Ne yana dönseniz, Allah’ın yüzü o yandadır..” ( 2/115 )- “Nefislerinizde.. görmüyor musunuz?..” ( 51/21 )- “Gökleri, yeri ve aralarında olanı: Ancak, Hak olarak yarattık..” ( 15/85 ) - “Yerde ve göktekilerin hepsini, kendinden size ram eyledi.” ( 45/13 )Ayrıca, Resulullah S.A. efendimizin:- “Allah kulun: Kulağıdır.. gözüdür.. elidir.. dilidir..”Manalarına gelecek şekilde buyurduğu hadis-î şerif de önemlidir..Daha başka nice âyet ve hadis vardır ki, sayıya gelmez.Bizden bu kadar.. ötesini anla..Allah.. Hak söyler..Bu yola hidayeti nasib eden Allah’tır.

04.06.2010

die Lobpreisung der Mücken

http://img72.imageshack.us/img72/8034/tespihjv5.swf
(die Lobpreisung fängt nach dem 2 Textblatt an, dauert ein bißchen, deswegen klick erst den link an und lese danach weiter)


"Allah schämt sich nicht, irgendein Gleichnis zu prägen, sei es auch nur mit einer Mücke oder von etwas Höherem. Diejenigen nun, die glauben, wissen, daß es die Wahrheit ist (und) von ihrem Herrn (kommt). Diejenigen aber, die ungläubig sind, sagen: ""Was will denn Allah mit einem solchen Gleichnis?"" Er führt damit viele irre. Aber er leitet damit (auch) viele recht. Und nur die Frevler führt er damit irre."
2. Die Kuh (Al-Baqarah) Vers 26


Prof. Dr. Galin Asenof Hörte von seinem Muslimischen Arbeitskollegen, einen Zitat aus dem Quran in dem ihm gesagt wurde "alles was in den Himmeln und auf Erden ist Lobpreist Allah". Und hat daraufhin beschlossen die sache im Labor zu erforschen, eine Mücke fand er für seine forschung ideal.
Die Mücke kann ihre Flügel in einer Sekunde 1000-2000 mal schlagen,
jedoch können die Nerven nur 100 mal ein Signal (dafür) leiten,
dadurch schlägt die Mücke in einer sekunde 10 - 15 mal ihre Flügel.


Asenof hat als erstes den Ton der Mücke welche ihre Flügel schlägt
mit einem Laser Mikrofon aufgenommen,
später hat er den Ton langsammer abspielen lassen
bis zu einem Ton welches das Ohr eines Menschens verstehen konnte,
als er den Ton gehört hat wollte er seinen Ohren nicht glauben!

26.05.2010

der Sektengott

Am Anfang des Islams gab es keine Spaltungen keine Sekten..
Nach dem Tode Muhammeds Friede sei auf ihm hat sich diese Situation Geändert, schon nach 40-50 Jahren hat man vom Kopf bis Fuß vom Handeln bis zu den Gebeten alles verändert, und diese Veränderte Version des Islams wurde in kurzer Zeit als der wahre Islam des Qurans dargestellt.

Einige Gelehrte die ihren verstand eingeschaltet und die Verse des Qurans Untersucht und daraufhin auch passend zum Zeitalter die Verse interpritiert haben, wurden als irregegangen, Antichristen und Teufelsdiener dargestellt, aber Trotz dem haben sie in dieser Robotisierten Dunkelheit große Interessen Erweckt.

Nach dem Tode der Gelehrten sammelten sich die Nachfolger weiterhin unter ihrem Dach und unter ihren Namen. Bis der nächste Gelehrte kam..
Obwohl nicht jeder Gelehrte eine Sekte Begründete, und obwohl Sekten im Quran gar nicht Empfehlt werden gibt es Heute in unserer Zeit min. 73 Sekten. Davon sind viele im irrtum.
Wenn man nach ihren Gott sucht findet man ihn irgendwo in der ferne auf seinem Thron sitzen, und wenn man ihn unter dem Licht der Quranverse Betrachtet kommt ein völlig anderer Gott raus. Welcher Gott kommt raus? ich habe ihn der Sektengott genannt..

"Und ich sah ein Tier aus dem Meer steigen, das hatte zehn Hörner und sieben Häupter und auf seinen Hörnern zehn Kronen und auf seinen Häuptern lästerliche Namen. Und das Tier, das ich sah, war gleich einem Panther und seine Füße wie Bärenfüße und sein Rachen wie ein Löwenrachen. Und der Drache gab ihm seine Kraft und seinen Thron und große Macht."

Die, die die Heilige schriftEN veränderten oder den sinn der Wörter verdrehten und dies immer noch tun, sind mit diesem Gott in Verbindung.

Kein Gott gibt es allein Allah (ist da)

26.04.2010

Evrimde son nokta

Şu Evrim ne acaip bişey, kendi konuşamıyor ama konuşan canlılar ürtetiyor..

''Onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar da size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin onları ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Hiç kimse sana, Habîr olan Allah'ın verdiği gibi haber veremez.''
EL Fatır 35:14

Evrim suyun derinliklerinde ordaki ortama göre canlılar meydana getiriyor, Evrim Karada buradaki ortama göre canlılar meydana getiriyor, Evrim havada canlıların hayatlarını devam ettirebilmeleri için gerekli koşulları sağlıyor, her canlıya uygun gıdalar üretiyor ..
e be kardeşim bu Evrimin gözü mü var? kulağı mı var? aklı mı var??
Türlerin yaşayıp ürediği bir dünya da yaşıyor isek bunu sağlayan Evrimin de bu tip özelliklere sahip olması gerekir.
Ama gördüğün gibi bu anlattığın ve adını Evrim koyduğun şey gerçekte bir çeşit Tanrıdır!
Yani aslında olmayan bir Tanrıya inanan sensin, uydurduğun bu Tanrıya da inanmıyorsun dolayısıyla kendince ''özgürce'' yaşıyorsun, yaşa bakalım.
ama işin anlamadığım tuhaf yanı ise hergün aynı şeyi ''yaşayıp'' kendini nasıl özgür zannedebiliyorsun?

La ilahe illa Allah

24.02.2010

BEYNİNDEKİ HOLOGRAM DÜNYAN


İster inan ister inanma... İster kavra ister kavrama!
İşte mutlak bilimsel gerçek!
Hayal dünyanda yaşıyorsun!


Görüyorum dediğin; algıladığın her şey, beyninin içinde oluşan bir (3D değil) çoklu D hologramik dünyan! Beyne gelen beş duyuya dayalı veya beş duyu ötesi tüm elektromanyetik dalgalar, bu organ tarafından veritabanına göre değerlendirilerek, beyninin içindeki hologramik çok boyutlu görüntü halinde dünyanı (kozanı-cocoon) oluşturuyor! Yani dış dünyada değil, beyninin içinde oluşan hayal dünyanda yaşıyorsun kim olursan ol! Algıladığın ve hüküm verdiğin her şey, algıladığının sûreti kadarının yani bir enstantanesinin, dünyanda oluşan simgesi! Herkes kendi dünyasında yaşamakta ve yaşayacak sonsuza dek! Dünyan ne kadar gerçek geliyorsa sana, cennetin veya cehennemin de o kadar gerçek olarak sonsuza dek yaşanacaktır! Herkesin, dünyasındaki her şeyi, veri tabanını oluşturan değerlerine göre yerleştirdiği şeyler...
Sevindiren, mutluluk veren ya da üzen yakan her şey, veritabanını oluşturan değerlerin yüzünden meydana gelmekte!
Şimdi yenilenme zamanı işte!.Kuantum potansiyelin; Kozmik elektromanyetik açılımın; ve de beyin adıyla bilinen dalga dönüştürücünün ürettiği çok boyutlu hologramik dünyaların varlığını keşfetme süreci! Bu yazıda artık bunları da açıklamaya çalışalım ki; kuantum kafe, kuantum healing, kuantum pasta, kuantum esma saçmalıklarına belki son verebilelim, hiç olmazsa anlayabilenler indinde! Ama önce şunu iyi bilelim... Allah Rasulü Hz. Muhammed aleyhisselâmın, Kurân-ı Kerîmin ve tüm hakikat ehli zevatın geçmişin şartları içinde misâl yollu, işaret yollu, mecaz yollu anlatımlarının, bugünün bilimsel bulguları eşliğinde yeniden değerlendirilip, verilmek istenen mesajın yepyeni anlamının sıfırdan kurgulanması zamanı!. Yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem beyin Allah Rasulü Muhammed Mustafa aleyhisselamın bütün bildirdikleri kesin gerçeklerdir. Anlayabilirsen... Veri tabanın yeterli ise...Kurân-ı Kerîm mutlak gerçekleri dillendirmiştir "OKU"masını öğrendiysen! Hz. Âli'den yakın tarihlere kadar yaşamış tüm hakikat ehli, müşahede ettikleri gerçekleri çeşitli misal veya işaretlerle anlatırken hep aynı sistemi "İKRA-OKU"yarak anlatmaya çalışmışlardır.Konuya bir misâl ile girelim; her şeyi misâllerle anlattık vurgusu çok yapıldığı için geçmişte Kutsal BİLGİ kaynağımızda...Bugün televizyonundan DLNA ile veya blu-ray player üzerinden Youtube'a bağlanıp Avustralya'dan yüklenen veriyi -görüntüleri anında seyreden; Türkiye’den Japonya veya Amerika'yla anında görüntülü görüşen sizi, alıp ışınlasalar bin sene önceki elektrik nedir hayal edemeyen bir topluma... Şu an yaşadıklarınızı kullandıklarınızı nasıl anlatırdınız onlara? Anlatmak için kullanacağınız örnekler onlara ne kadarıyla olayın gerçeğini yansıtırdı? Verdiğiniz misallerden yola çıkarak olayın ne ve nasıl olduğunu ne kadar kavrayabilirlerdi? İşte dünküler, beynin bugün farkında olmadığımız özellikleri aracılığıyla, bugün henüz fark edemediğimiz ya da ucundan kıyısından farkındalığını yaşadığımız sistemin gerçeklerini mecazla, misalle, işaret yollu anlatmaya çalışmışlardır. Ne var ki, o kapasiteye sahip olmayanlar misallere mecazlara, anlayışlarına göre hayali oluşumlar giydirerek konunun özünden bambaşka yollara sapmışlardır. Öyle ise bugün yapılacak ilk iş...Din ayrı şeydir bilim ayrı şeydir safsatasını bir yana koyup...Bilimsel gerçekliklere dayalı bir şekilde Din-sistem anlayışını yeni baştan kurgulamaktır!.Çünkü, bilimselliğin çalışma alanı olarak deşifre edilmeye çalışılan Sistem, yapı gerçekte Din kapsamındaki kişiler tarafından bir şekilde "OKU"narak, misaller veya mecazlarla anlatılmaya çalışılmış yapının ta kendisidir!. Hz. Muhammed aleyhisselam veya hakikat ehli zevat tarafından işaret yollu bildirilen realite gerçekte günümüz biliminin çözmeye çalıştığı alandan farklı bir şey değildir! Bu yüzdendir ki "DİN" denince hayali kurgular üretmek yerine; algılayabildiğimiz gerçekliklerin ne şekilde mecaz ve misallerle anlatılmış olduğunu çözme noktasında olmalıyız. Bunu yapmazsak ne olur? Bilimsellikten ve "DİN"in gerçeğinden ayrı düşmüş çağdaş fikir akımları ve kabuller etkisi altında "DİN" kapsamında vurgulanan Evrensel gerçekleri değerlendirmemiş olduğumuz için sonsuza dek yanarız! Tanrı kavramına dayalı din anlayışınızdan, "Allah" adıyla işaret edilene dayalı "DİN" anlayışına geçip, tüm olayı en baştan buna göre kurgulamazsanız, tüm hayal ettiklerinizin bir balon gibi patladığını gördüğünüz günde asla geri dönüşünüz olmayacaktır!.
Öncelikle, tek şansınız, Hz. Muhammed aleyhisselâmın "Allah" adıyla neyi anlatmaya çalıştığını fark etmenizdir!. O ötenizde, gökte oturan bir tanrıdan asla söz etmiyor! Ötedeki bir tanrıya yönelmenden söz etmiyor! O, ötesindeki bir tanrının postacı-elçisi, "prophet", "messenger" değil! Bunlar çağdışı ilkel tanımlamalar! O, Allah Rasûlü! Eğer DİN konusunu anlamak istiyorsanız öncelikle konuya, dışa öteye uzaya bakan bakış açısıyla değil, beyninizin derinliklerine yönelerek, derununuza yönelerek, varlığın içselliğine yönelerek hakikatinizi araştırmak zorundasınız! Ya da çölden gelen cahil kadın gibi "tanrı tek ona inanıyorum" deyip parmağınızla yukarıya işaret edeceksiniz! Neyse konuyu fazla yaymadan özetlemeye çalışayım...Öncelikle de şunu belirteyim ki, burada yazacaklarımın detaylı bilgilerini internette Youtube'da bilim adamlarının ağzından İngilizce olarak dinleyebilir, ya da http://www.okyanusum.com/ dan bir kısmını Türkçe izleyebilirsiniz. Kuantum Potansiyel... Evren içre evrenlerin bir hayal, bir tasarım alanı olarak mevcut olduğu her türlü şekil, sınır, mekân gibi kavramların söz konusu olmadığı; varlığında sonsuz anlam yaratan... Tasavvuftaki tanımlamasıyla "Esmâ mertebesi"! Bu potansiyeldeki sayısız sonsuz özelliklere çeşitli "Allah isimleri" ile işaret edilmiş. Burada lokalize isim müsemmaları mevcut değil. "Aliym" ismiyle işaret edilen özellik dolayısıyla bu potansiyel kendini ve potansiyelini bilir ve sonsuz potansiyelini "seyr" eder. İşte tasavvufta "ilmiyle ilmini ilminde seyreder" denilen boyut budur. Fatiha Suresindeki "Elhamdulillahi Rabbül âlemiyn, Er Rahman-ir Rahiym" ayetlerinin bir işareti de bu husustur. "Vahdet-i Şuhud" bu potansiyele işaret eder. Her şey bu boyutta olup bitmiştir! Bu boyutun açılımından, tecellisinden, açığa çıkmasından vs. söz edilmez; edilemez! Kozmik Elektromanyetik açılım boyutu... Kuantum potansiyelin ilminde, ilmiyle yaratılmıştır!. 2. Hayâl âlemidir!. Âlemlerin aslıdır!. Varlığı vehim nurundan oluşur! Dalga okyanusudur! Algılanan ve algılanamayan her yapı veya özellik bu boyutta dalga boylarından oluşmuştur. Türüne göre oluşmuş beyinler, bu dalga boyu yapının bileşimsel -convertörler- dönüştürücüleridir. "Mâliki yevmiddin" âyeti buraya işaret eder. "Vahdet-i vücûd" anlatımı bu plana aittir.
Beyinler... Tüm varlıkta, dalga dönüştürücüsü olarak var olmuş dönüştürücülerdir. Birimlerin çok boyutlu hologramik dünyaları bu dönüştürücüler tarafından oluşmakta; her birim kendi hologramik dünyasında yaşamaktadır; dışsallıkta yaşadığını sanarak! "İyyake na'bbudu ve iyyake nastaiyn" den itibaren bu oluşumu açıklar.
Ruh... Manalar toplumu demektir. "Sen bu işin ruhunu anlamamışsın" cümlesindeki manası itibariyle! Aynı zamanda hayatiyete işaret eder. Her birim canlıdır, varlığı hayatiyetidir; hayatiyeti de ilmidir! Hayat ve ilim ayrılmaz iki vasıftır! İlim açığa çıkış kapasitesine göre şuur veya bilinç adlarını da alır. Hayat sahibi olan canlının varlığının ihtiva ettiği anlam "ruhu"dur! Bu mana itibariyle, Kozmik elektromanyetik açılım boyutu, Ruh-u Azam diye tanımlanmıştır. Aklı evvel'dir; Hakikati Muhammedî'dir. Unutmayalım ki bu isimler obje değil, bir özelliğe işarettir!"Allah" adıyla işaret edilen... İndinde bir "nokta"dır Kuantum potansiyel!. İlmimize göre, sayısız "nokta"lardan bir nokta! Zat'i ilminde var olan "nokta"lardan bir nokta; "Esmâ" âlemlerinden bir âlem! "Zatıyla Esma'sını bilen; Esma'sında kudretini seyreden! İsimleriyle işaret edilen özelliklerden yaratılmış ruhların her birinde bir özelliğini açığa çıkaran, çıkardığı özelliklerle seyreden! "Ben"likleri yaratıp, her ben de "Ben" diyen!. Ve dahi tüm algılayan ve algılananlardan beri olan! Tek diyebileceğimiz bu konuda: "ALLAHU EKBER"! (bu konuda daha detaylı bilgi "Ekberiyet" isimli yazıda) Bu kısa toparlama ve özetten sonra şimdi gelelim "DÜNYALARIMIZA" ve beyin konusuna...Şu an için fark etmemiz ve kavramamız gereken en önemli konu beynimizin nasıl çok boyutlu hologram dünyamızı oluşturduğu hususudur. Biz dış dünyada bilfiil yaşadığımızı sanırken, nasıl oluyor da gerçekte kendi hayal dünyamızda kozamızda yaşıyoruz? Hayal içinde hayal içinde hayal; olarak tanımlanan çok boyutlu hologramik dünyamızın hâli hazır şartları nasıl oluşuyor ve gelecekte ne olacak? Dışsallıkla bağlantı noktası neresi dünyamızın!. Herkes kendi dünyasının efendisi! Kralı veya kraliçesi... Başkaları o dünyada yalnızca figüran, yardımcı aktör veya aktris! Herkes, çevresindekilerden kendisine yansıyan kadarına göre ona bir rol biçerek dünyasının içine alıyor ve dünyasında onunla eğleniyor veya ağlıyor! Beyin bir dalga dönüştürücüsü demiştik... Dışarıdan beş duyu ya da ötesi kanallardan kendisine ulaşan sayısız dalgalardaki ruhu (manayı-anlamı) mevcut veri tabanındaki bilgilere GÖRE değerlendirerek ona bir hüküm veriyor ve onu hayal ediyor! Tıpkı TV'ye gelen dalgaları dönüştürücünün açıp-dönüştürüp ekranda görüntülenen suret haline getirmesi gibi!. Böylece ta en küçük yaşlardan başlayarak, dış dünyada bilfiil yaşadığımızı sanarak, beynimizin içinde çok boyutlu hologramik dünyamızda yerimizi alıyoruz! Biraz daha açalım oluşumu...Bilimsel olarak kesinlikle tespit olmuştur ki... Görüyorum, duyuyorum, tutuyorum dediğiniz her şey, gerçekte, çeşitli şekillerde beyin adını verdiğimiz dalga çözücüye ulaşan çeşitli frekanstaki dalgaların, veri tabanındaki önceki verilerin değerlendirilmelerine göre çözülüp; beyin içindeki hayal dünyayı oluşturan görüntü diye ya da duyma diye ya da dokunma diye tanımlanan dalga boylarına dönüştürülmesi (convert edilmesi) sonucu bilincin içinde yaşadığı çok boyutlu hologram yapı olarak oluşmasıdır!.Kısacası, tümüyle size özel dünyanızda yaşamaktasınız, doğduğunuzdan bu yana ve ölümsüz olarak sonsuz gelecekte!Beyninize, görüyorum dediğiniz kişi veya nesnelerden yansıyanlar ise, asla bizatihi o kişi veya nesne olmayıp; yalnızca o anki enstantanesidir; tıpkı ard arda çekilen fotoğraf kareleri gibi! Bu enstantaneleri beyniniz önceki veri kayıtlarına göre değerlendirmektedir! Yani, siz gerçekte, beyninizin içinde yaşamaktasınız ve hayatınız o enstantanelerin oluşturduğu albümler arasında dolaşarak geçmekte! Beden vefat edince de beş duyu aracılığıyla dışarıdan gelen enstantaneler tümüyle kesileceği için; bütün yaşamınız beyninizin oluşturduğu o kozanızın-dünyanızın içindeki albümler arasında geçecektir tıpkı rüya olayında olduğu gibi! Daha sonra da içinde bulunduğunuz boyutun canlılarından alacağı sinyallere göre, gene dünyasında, veri tabanına göre değerlendirmelerle yaşamını sürdürecektir! Beyin genelde kendisine en güçlü yansıyan enstantaneleri ana veri gibi kabul ederek onları bir türlü "cache"e -ara bellek- alır yöneldiğinde hemen hatırlamak için. Bilgisayarınız internette bir yazıyı veya bir sayfayı nasıl "cache"ine alır ve o "cache"i temizlemediğiniz takdirde, eskiden alınmış ara bellekteki bilgiyi önünüze getirir.
Benzeri şekilde, mesela bir kişiyi düşündüğünüzde de, ona dair en güçlü yerleşik enstantaneleri düşünce alanına getirir. Böylece o kişiyle karşı karşıya olduğunuzda, hiç farkında olmadan o kişi hakkında, üç veya beş veya 20 yıl önceki kayda girmiş enstantanelerdeki hüküm veya yorumunuza dair bakışla değerlendirme yaparsınız. Bu da kilitlenmenin bir başka türüdür.
Bu konuda Allah resulu bir uyarı da yapmıştır mesela... "Bir kişiyi bir sene hiç görmemişseniz, bir yıl sonra gördüğünüz kişi, sizin bir yıl önceki gördüğünüz kişi değildir."
Bu sebepledir ki, Kişiler hakkında geçmişe dönük kilitlenmelerden kurtulup, "yani cache"i, hızlı bilgi getirme belleğini sık sık temizleyip; yaşanılan andaki enstantanelere göre yeni objektif değerlendirmeler yapmak gerekir.
Burada şunu da hatırlatalım... Göze göre et olarak görülen bildiğimiz beyin, orijini itibariyle nöron altı yapısıyla sanki bir frekans yumağı şeklinde bir yapıdır ki, henüz günümüz bilimi olayı bu boyutta değerlendirme yetisinden mahrumdur. İşte bu hâli itibariyle de "RUH" adıyla anılır. Aslı "Nur" diye tanımlanır. "NUR", ilimdir! Data'dır! Çünkü aynı zamanda bir anlam paketidir bu yapı ve ölümsüzdür. Ebedi yaşar! Bu yüzdendir ki, "ölüm tadılır" denilmiştir; ölüp yok olunmaz!Karşınızdaki kişi de aynı şekilde kendi kozasında (cocoon) veya başka bir deyişimizle çok boyutlu hologramik dünyasında yaşamaktadır. Onun dünyasından, bedenselliğine yansıyan anlık enstantaneler ise, size yansıdığında, bu beyin dediğimiz dönüştürücünüzde, eskilerin hayal adını verdiği çok boyutlu hologram olarak dünyanızda yerini almaktadır değer yargılarınıza GÖRE!Her insan dünyaya yalnız gelir, yalnız yaşar ve yalnız gider sözünün dayandığı realite de budur!Hz. Muhammed aleyhisselamın "dünyanızda..." belirlemesinde bahsettiği şey de budur ki; anlamı, "sizin değer yargılarınıza göre oluşmuş dünyalarınız içindekilerden..." demektir müşahedemize göre. Kimimizin evi - çok boyutlu hologramik dünyası - kozası saraydır; kimimizin ki çöplük ev! Hani şu gazetelerde gördüğünüz çöplük evler türü... Adam çıkar, kendi değer yargısına göre en değerli bulduğu çöpleri, atıkları toplayıp evine doldurur da; nihayet pis kokulardan zabıta gelip evi temizlemek zorunda kalır ya... Bazılarının da çöplük evi bile yoktur; onlar "homeless", halk diliyle beyinsizdir! Dünyanız, sonsuza dek, içinde yalnızca sizin yaşayacağı bir dünyadır!. İçine yerleştirdiğiniz nesneler, değerler ve kişi enstantaneleriyle oluşan o hayal dünyanız ya cennetiniz olmaktadır-olacaktır ya da cehenneminiz! Her an dışsallıktan beyninize ulaşan dalgalar daha önceden evinize yerleştirmiş olduğunuz ya çerden-çöpten fikirlerin değerlerine göre değerlendirilecektir. Ya da evrensel (sünnetullah) değerlere göre değerlendirilip ona göre yeni eviniz inşa olacaktır. Sonsuza dek; dünya-berzah, mahşer, cehennem ve cennet aşamalarında hep dünyanızda-kozanızda olarak yaşamaya devam edeceksiniz aldığınız enstantanelere göre değerlendirmelerinizle.Vefat ile beden yaşamı sona erdikten sonra yani bildiğimiz beyin ortadan kalktıktan sonra dahi, mevcut beynin back-up ı hükmündeki dalga yapılı beyninizle bu anlattığım şekilde devam edecektir. Kurân-ı Kerîm ve hadislerde anlatılan tüm aşamalar haktır, doğrudur yaşanacaktır; bu anlattığım esaslara göre... Kurânı Kerîm'in çözümü isimli çalışmamızı bu anlayışla okuyabilirseniz, bu güne kadar okuduklarınızdan bambaşka bir anlatım ile karşılaşacaksınız ha keza! Âyet veya hadislerdeki derinliği düşünemeyenlere göre süre giden, "insanın kuyruk kemiğinden bedeni yeniden oluşacak ve bu et-kemik bedenle yaşamına devam edecektir" anlayışı eski çağdışı bir anlayıştır. Misali anlatımı değerlendirememekten kaynaklanmaktadır. "Güneş dünyaya 1 mil mesafeye gelecektir" hadisindeki mucizevî bilgi, günümüzün güneş büyüyüp dünyayı buhar edecektir bilgisiyle tümüyle örtüşmektedir. Bu durumda dünya ortada kalmayacaktır ki, toprak kalsın, içinde kuyruk kemiği kalsın! Bu ifade, insanın ölüp yok olmayacağına yaşamına devam edeceğine misal olması için kullanılmıştır. Keza, Yahudi bilginlerinin sorusuna cevap mahiyetinde olan âyeti de derinliksiz Müslümanlar kendi üzerlerine almışlar; "RUH hakkında az bir ilim verilmiştir size" diyen hitap soruyu soran Yahudi âlimlerine olduğu halde; bunu hiç bir Müslüman bilemez diye değerlendirmişlerdir. Gazalî bu konuda özetle şöyle diyor olayın anlattığım gelişimini açıkladıktan sonra... "RUH'un hakikati ve mahiyeti bilinir. Bunu bilmeyen veli olmaz zaten!"Senin ruhun, bizatihi varlığındır! Dünyandır! "Ruhlarınız bedenlerinizdir; bedenleriniz ruhlarınız" Hadisini düşünün.Sen, şu an dünyandan ibaretsin! Ne var ki...Bildiğin bu dünyan, bilincin ötesinde "halife" diye tanımlanmış olan derûnî bir yanın da var! Oysa, Kozmik Elektromanyetik açılım boyutuna açılan bu kapından habersizsin! Dünyana aldıklarını, o derûnî yanına (Esmâ mertebesi özelliklerine) açılan kapıyı açıp, arkasından aldıklarınla oluşturursan işte o zaman dünyan cennet olur ve yolun sonu Allah'a erer!"Arınıp saflaşan, gerçekten kurtulmuştur!" (Kad efleha men tezekkâ) âyeti, dünyanı arındırmaktan söz etmektedir. Kozan olan hayal dünyan, genlerinden gelen ve çocukluğundan beri oluşan şartlanmalarının getirisi olan değer yargılarıyla dolmuştur. Veri tabanın tamamıyla şartlanmalarına dayalı değer yargılarıyla oluştuğu içindir ki, yaşamına da bunlara göre yön verirsin. Kısacası yaşamın, dünyan tümüyle dışsallık üzerine kurgulanır! Asla farkında değilsindir, dışarıda değil kendi kozan olan dünyanda geçtiğini bütün ömrünün! Her gece, algılamakta olduğun tüm kişi ve nesne enstantanelerinden uzaklaşıp, dünyanın görüntüleriyle yaşadığın halde; "dünyanda-kozanda yaşam" deneyimini tattığın halde, bunun anlamını ve işaretini hiç düşünmezsin!. Uyku adını verdiğin kozanda dünyanı yaşama sürecinde, ne yanındaki eşin kalır ne bitişik odadaki çocuğun ne de diğer yakınların! Bedenin vefat edip ölümü tattığında (bedensiz yaşama geçtiğinde de) tüm bedenselliğinin dışsallığındaki enstantane kişilikler ve nesneler geride kalır, sen dünyandaki değerlere göre, o boyutta karşılaştığın olayları değerlendirerek sonsuz yolculuğuna devam edersin. Koza-dünyan yaşamını fark etmeyip, dışsallığı gerçek sananlara, bu gerçeği geçmişte bilimsel yollarla anlatma imkânı olmadığı içindir ki; "DİN-SİSTEM" iman esasına dayalı olarak, mecaz ve işaretlerle, misallerle anlatılmıştır hakikat ehli olan Rasuller, Nebiler, Veliler tarafından. Amaç, kişinin şartlanmalarındaki değerlere göre oluşmuş, dışsallığın enstantaneleriyle bezenmiş çerden-çöpten evini arıtarak, orayı sultana yakışır saray haline dönüştürmektir. Sultan, Allah adıyla işaret edilenin, isimlerle işaret edilen özellikleriyle yaşayandır! "Halife"dir! Kozasını delebilen, kozmik elektromanyetik açılım boyutunun, dalga okyanusunun nimetleriyle yaşar "veli" olarak... Dünyası da cennet olur... Hadis: "Cennet yaşamında her kese bir dünya verilecektir ki en küçüğü bu dünyanın 10 misli... Ve orada dilediğin senindir denilecektir"... Yani herkes dünyasının efendisi olacaktır. Dünyası çöplük ev olarak kalanlar, ya da "homeless"-"evsiz"ler de, beynini değerlendirememenin sonucunu yaşayacaklardır sonsuza dek yanarak! Esasen Beyin konusunda yazılacak çok şey daha var... Bugün yazılanların bir kısmını 1966 yılında yazılmış "Tecelliyât" kitabında; bir kısmını 1978 yılında "Evrensel Sırlar" (basımı 1990) okumuştuk. Günümüz bilimin ulaştığı gelişmeler ise konuya son noktayı koydu bu yazıda açıkladığımız alanda. http://www.okyanusum.com/ adresinde videolar bölümünde beyinle ilgili son bilimsel açıklamaları izleyebilirsiniz. Umarım Allah nasip etmiştir de bu konuda daha ileri düzeyde bilgileri ve konunun çeşitli bağlantı noktalarını; akla takılacak çeşitli soruların cevaplarını yazarım, ömrüm elverirse. Şu kesin gerçektir ki, evini yenilemeyenler, tüm değerli sandıkları nesnelerinin ve enstantane yakınlarının bir değer ifade etmediği süreçte büyük hüsran yaşayacaklardır!
Ya aklını kullan ilmi değerlendir; ya da Allah Rasulü Muhammed Musatafa aleyhisselama teslim ol, dediklerini yaparak evini arındır! Başka yol yok kurtuluşun için.





Okyanusum'dan NOT: Yazının yazarı belirtilmemiştir. Önemli olan konudur. Yazana dayalı kabul ezberciliğe yol açabilir. Oysa konu sorgulanıp araştırılması gereken bir konudur. Yazan, bunu istemiştir. Konunun alt yapı bilgileri sitenin videolar bölümünde mevcuttur.