die Bedeutungen von: ILLA, lauten:
Allein, nur, ausser, es sei denn, (wenn etwas) anders ist
La ilahe (kein Gott gibt es) ILLA ALLAH
Kein Gott gibt es allein Allah
kein Gott gibt es nur Allah
kein Gott gibt es ausser Allah
Kein Gott gibt es es sei denn Allah
Kein Gott gibt es anders ist Allah
Da Allah, ein Eigenname ist und Eigennamen nicht Übersetzbar sind, ist die Übersetzung
"kein Gott gibt es ausser Gott"
nicht Korrekt..
31.05.2012
10.05.2012
Hanginiz Muhammed?
HANGİNİZ MUHAMMED?
Önce üç rivayet:
1- “Peygamberimiz ile birlikte oturduğumuz sırada biri gelip ‘Hanginiz Muhammed`dir?’ diye sordu. Allah’ın Resulü ashabı arasında dayanmış oturuyordu. ‘İşte dayanmış olan şu beyaz kimsedir.’ dedik. Adam ‘Ey Abdü`l-Muttalib`in oğlu!’ diye hitâb etti. Peygamberimiz ‘Seni dinliyorum.’ buyurdu. ‘Ben sana bazı şeyler soracağım. Amma soracaklarım (pek) ağırdır. Gönlün benden incinmesin.’ dedi. Peygamberimiz ‘Aklına geleni sor.’ buyurdu. ‘Senin ve senden evvelkilerin Rabbi aşkına (söyle) bütün halka seni Allâh mı gönderdi?’ dedi. ‘Evet.’ buyurdu. ‘Allâh aşkına (söyle) namaz kılmayı sana Allâh mı emretti?’ dedi. ‘Evet.’ buyurdu. ‘Allâh aşkına (söyle) oruç tutmayı sana Allâh mı emretti?’ dedi, ‘Evet.’ buyurdu. (yine): ‘Allâh aşkına (söyle) zenginlerimizden alıp yoksullarımıza dağıtmayı sana Allâh mı emretti?’ dedi. Peygamberimiz (buna da) ‘Evet.’ buyurunca adamcağız: ‘Sen ne getirdin ise ben ona îmân ettim. Kavmimin geride kalanlarına da elçi benim. Ben, Bekr kabîlesinden Dımâm b. Sa`lebe`yim.’ dedi.” (Buhari; Kitabu’l-ilm, 57).
2- “Peygamberimiz bir gün sahabelere verdiği bir ziyafet sırasında, onlara hizmet ederken, uzaklardan geldiği anlaşılan bir atlı, Peygamberimizin meclisine yaklaşıp: ‘Bu kavmin efendisi kimdir?’ diye sordu. ‘Bu kavmin efendisini arıyorum’ dedi. Allah’ın Resulü ‘Benim’ demedi. O sırada sahabelerine su dağıtmakta olduğundan, atlıya şöyle cevap verdi: ‘Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir!” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463).
3- “Beni Amir heyetiyle Allah’ın Resulünün yanına gitmiştik. ‘Sen bizim efendimizsin!’ diye hitap ettik. ‘Efendi, Allah`tır!’ buyurdular. Biz: ‘Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!’ dedik. Bize: ‘Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi uçurmasın’ buyurdular.” (Kütüb-i Sitte, hadis no: 5391).Görüldüğü gibi ilk iki rivayette “dışarıdan gelen bir adam”, topluluğun içine karışmış peygamberin kim olduğunu tanıyamıyor. “Hanginiz Muhammed?” veya “Sizin efendiniz kim?” diye soruyor. Birincisinde “İşte şurada yaslanmış oturan beyaz (yüzlü) adamdır”, ikincisinde de bizzat kendisi “Benim” demiyor da “Kavmine hizmet edendir.” diyor. (o sırada su dağıtmaktadır). Üçüncü rivayette ise onu tanıyan bir grup direk kendisine “Sen bizim efendimizin” diye hitap edince “Efendi, Allah’tır!” diye cevap veriyor.Bu rivayetler Kur’an’da anlatılan “arkadaş peygamber” karakterine tamamen uygundur. Bu nedenle sahih mi değil mi diye şüphelenmeye gerek yok.(ayrıca bkz. ‘Arkadaş peygamber’ başlıklı makale).İçinde yaşadığı topluma karışıp gitmiş birisine “Hanginiz Muhammed?” diye sormak durumunda kalıyorsanız, bilin ki o, derin bir ahlak ve karakter sahibidir.Çünkü arif lisanıyla kâmil insan “Hanginiz Muhammed?” makamına (tekrar ede ede ulaşılan ahlak ve karaktere) ulaşmış kişidir. Peygamber okulunun asıl amacı bu makama ulaşmış insanlar yetiştirmekti. Böyle birisi dışarıdan bakıldığında halktan ayırt edilemediğinden sıradan biri gibi görünür fakat hiç de sıradan değildir! Çünkü böylesi biri başlangıçta sıradan/halktan biriyken, “hamdım, piştim, oldum” seyrinden geçer ve tekrar başa dönerek halktan birisi olur. İrfan’da son makam tekrar başladığı yere dönmektir. Bayazıd der ki: Marifetullahın (Allah’ı tanıma yolunun) sonu susmaktır!Dikkat edersiniz, insanoğlu için mal, mülk, bilgi, statü ve iktidar sahibi olmanın getirdiği kibir, ayrıcalık ve sınıflaşmaların ortadan kaldırıldığı iki yer vardır; ihram ve kefen!Hacda “ihrama girmek” ve ölünce “kefene sarılmak” sonradan edinilmiş rütbe ve kisvelerden sıyrılıp tekrar başa dönmeyi, bütüne karışıp gitmeyi ifade eder. İhramda ve kefende insanoğlu her tür statü belirtici alametlerden sıyrılır; ne rütbe, ne kisve kalır… İhrama girmiş veya kefene sarılmış birisini tanımak için “Hangisi” diye sormak zorunda kalırsınız. Çünkü ayırıcı hiçbir rütbe ve kisve kalmamıştır. Kişiyi yalnızca içi (kalbi) ve amelleri ötekinden ayırır.İşte “Hanginiz Muhammed?” sorusu, bunu yaşarken yapmayı ifade eder ki İslam’da bütün tasavvuf mekteplerinin veya irfan okullarının amacı bu makama ulaşmış insanlar yetiştirmekti. Tarikatlar bunun için kuruldu, seyr-i süluk (yolda yürüyüş halinde olma)lar bunun için yapıldı. Fakat sonunda ‘keser döndü sap döndü bir gün oldu hesap döndü’ ve en çok rütbeli, makamlı, kisveli, kavuklu, cübbeli, zünnarlı, suflu (yünlü) haller bu topluluklarda görülmeye başlandı.Bu noktada tasavvuf hareketi içinde tekrar başa dönme amaçlı yani “Hanginiz Muhammed?” sorusunu sordurtacak hale gelme amaçlı protest bir hareketin tâ ilk baştan itibaren doğduğunu görüyoruz: Melametilik!“Horasan erenleri” de denilen bu hareketin ilk başlatıcıları, her türden halktan ayırıcı rütbe, kisve, suf (yün) elbise giyme, sema, zikr ve vird talimi, tarikat hiyerarşisi, şehy-murid ilişkisine karşıdırlar. “Fakr”ı savunarak ihtiyaç fazlası mülkiyet talebini reddederler. “İsâr” diyerek vermeyi/paylaşmayı teşvik ederler. “Fütuvvet” diyerek digerğamlığı/ötekiciliği savunurlar. “Ahilik” diyerek Anadolu’da kardeşlik iktisadı kurarlar. “Kalendirilik” diyerek kof şekilciliğe isyan ederler, ruhsuz kuralcılığa aldırış etmezler.Anadolu’nun İslamlaşmasında ve kaynaşarak yeniden inşasında bu anlayışların yattığını görüyoruz.İslam’ın ilk yüzyılındaki Emevi darbesine ve onun getirdiği mal ve mülk ihtirası ile ganimetçiliğe tepki olarak Hasan-ı Basri gibi zahidlerin karşı çıkışının bir benzeri 13. yüzyıllarda Anadolu’da yaşandı. Osmanlı merkezileşmesinin yaşandığı dönemde de Melametilik, Kalenderilik, Ahilik gibi akımlar Hasan-ı Basri’nin rolünü üstlendiler. Emeviler ilk dönem zahitlerini nasıl dışlayarak merkezileşmişse, Osmanlı da bu akımları dışlayarak merkezileşmiştir. Kuruluş döneminde kullanılmışlar fakat mal ve mülk ihtirası ile ganimetçilik arttıkça bu akımlar da tepki biçimlenmesi olarak ortayı çıkmışlar. Anadolu’daki fütuvvet (mertlik, diğerğamlık, kardeşlik) geleneğinin kökleri buraya dayanmaktadır.Hasan-ı Basri’nin (öl. 110/728) şu sözü kendi döneminde “zamanın ruhunun” nasıl değiştiğini gösterir: “Eğer Allah’ın Resulü’nün ashabından biri şu mescidin kapısından içeri girerek yanımıza gelseydi, kıblemiz hariç, hiçbir şeyimizi tanımazdı.” (İbnu’l-Cevzi; Hasan-ı Basri, s. 69, M. Kubat; Hasan-Basri, s. 108)Yine zamanın ruhunun değiştiğini gören Hasan-ı Basri’nin daha ilk yüzyılda şöyle dediğini görüyoruz; “Her ümmetin bir putu vardır, bu ümmetin putu da altın ve gümüştür.” (A.g.e, s. 110)Keza ona göre “Yün (suf) elbise giyen şahsın kibri ipek elbise giyenden daha fazladır.” Hasan-ı Basri, Ferkad es-Subhi adlı zahidin üzerinde yünden yapılmış bir elbise görünce ona “Şu elbisenle insanlar arasında üstünlük mü taslıyorsun. Oysa ben cehennem ehlinden çoğunun bu kıyafeti giyecek olduğunu gördüm” der. Yine “Bir topluluk içinde nefsini kınayan kimse, aslında zımnen kendisini övüyor demektir.” diyerek, samimiyetten uzak, yapmacık, sırf gösterişe dayalı amellerin hayır getirmekten çok kişiyi dalalete sürüklediğini söyler. Ona göre bir Müslümanın “ihtiyacını gidermek” bir ay “itikâfa girmekten” daha hayırlıdır. (A.g.e., s.102-103).Horasan erenlerinden İbrahim b. Ethem (öl. 166/782), Ahmed b. Hanbel gibi tarlalarda çalışarak, ekin ekip-biçerek, değirmencilik, odunculuk yaparak geçimini temin ederdi. Cömertliğin, yardımseverliğin ve diğergamlığın yok olduğundan şikayet eden İbrahim b. Ethem şöyle diyor: “Gerçek kazanç kendi alnının teri ile karnını doyurmaktır. Yoksulluk şikayet sebebi olamaz. Çünkü tüm mülkiyet Allah’ındır. Mülkiyet Allah’ın olunca elinde mal bulunduran kişinin, gerçekte kendisine ait olmayan mal-mülk ile yoksullara karşı üstünlük taslaması (kendini halktan ayırarak) büyüklenme alametidir…” (Ali Bolat; Melametilik, s. 47)Yine Horasan erenlerinden Şakık Belhi’nin (öl. 194/810), geçimini “Elime geçince şükreder, geçmeyince sabrederim” diyen birisine “O dediğini Belh’in köpekleri de yapıyor. Biz bulunca dağıtır, bulamayınca şükrederiz” dediğini görüyoruz. (A.g.e, s. 61).Yine Horasan erenlerinin ulularından Ebu Turab en-Nahşebi’nin (öl. 245/859) mülkiyet görüşü bizim anlamakta güçlük çekeceğimiz türdendir. Ona göre Kur’an’da Hz. Musa “O âsâmdır” diye mülkiyet iddiasında bulununca Allah “Âsânı at” (Taha; 20/18) diyerek haddini bildirmiştir. Bu nedenle ona göre hür tür mülkiyet iddiası kendini toplumdan (bütünden) ayırma olup batıldır. (A.g.e, s. 90).Yahya b. Muaz (öl. 258/872) da zamane fâkih, şehy ve hocalarına şöyle seslenir ki güncelliğinden hiçbir şey kaybetmiş değil: “Saraylarınız Kayserlerinki gibi, evleriniz Kisralarınki gibi, elbiseleriniz Talut’unki gibi, binekleriniz Karun’unki gibi, sofralarınız cahiliyeninki gibi, mezhepleriniz şeytanınki gibi, Muhammed’inki gibi olanlara nerede?” (A.g.e, s. 98).Bayazıd-ı Bistami (öl. 264/878) de şöyle der: “Eğer Firavun aç olsaydı ‘Ben sizin en yüce Rabbinizim’ demez, Karun aç olsaydı azgınlık etmez, Sa’lebe aç olsaydı kendisinden övgüyle bahsedilirdi. Halbuki o mülke kavuşunca (karnı doyunca) nifaka düşmüştür.” (A.g.e, s. 108).Horasan Melametilerinin liderlerinden Hamdun Kassar’ın (öl. 271/884) “Hanginiz Muhammed?” sorusuna halel getirecek her tür davranışı kerih gördüğünü ve Melamet öğretisini bu sorunun gereği ile temellendirdiğini görüyoruz.
Ona göre hırka giymek, suflu (yünlü) elbiselerle gezmek, cübbe, sarık, zünnar, kisve gibi halktan ayrı kıyafetlerle dolaşmak, zikr, sema, vird vermek, şeyh-murid ilişkisi tesis etmek, tarikat kurmak, servet yığmak, mülkü ve ilmi kendine saklamak “Hanginiz Muhammed?” diye sormaya gerek bırakmayıp, kişiyi halktan ayıracağı ve belli edeceğinden riyadır. (A.g.e s.128 vd., 204 vd.)Keşfu’l-Mahcup yazarı Hucviri’ye göre de aslolan hırka değil; hurka (gönül ateşi) dir.Demek ki alim ilmiyle, zengin malıyla toplumdan ayrılamaz. Tıpkı resulün risaletiyle ayrılmadığı; “Hanginiz Muhammed?” diye sordurtacak denli topululuğa karıştığı gibi…Demek ki alim bilgisini, zahid malını, aşık canını verebilendir. Ve bunlardan dolayı hiçbir maddi karşılık (ücret) beklemeyendir.Kanımca gerçek arifler bunlardır ki böylelerini seviyorum. Bu tür karakter ve ahlakta kesinlikle Kur’an’ın ruhu ve peygamberin kokusu var.Baştaki rivayette geçen adam gibi ben de sorayım: Allah aşkına (söyleyin), günümüzün şeyhleri, hocaları, liderleri burada gördüklerinize ve duyduklarınıza hiç benziyor mu?Rivayetteki adam gibi dışarıdan gelip, devenizi bağlayarak (arabanızı park ederek) gidip bunlardan birinin yanına girseniz, “Hanginiz şeyhiniz?”, “Hanginiz hocanız?” veya “Hanginiz lideriniz?” diye sorar mısınız, sormaya gerek kalmadan hemen tanır mısınız?Uygulanan protokolden, oturduğu yerden, giyiminden kuşamından, çevresindekilerin ona davranışından, hal ve hareketlerinden hemen belli olur mu olmaz mı? Topluluğun arasına karışmış, sıradan birisi ile karşılaşmak sanırım hayal.Siz hiç seçmenleri arasında fark edilmeyen bir lider gördünüz mü?Siz hiç müridleri arasında fark edilmeyen bir şehy gördünüz mü?Siz hiç yoksulların arasına karışıp giden ve fark edilmek istemeyen bir zengin gördünüz mü?Ayette geçtiği gibi böylelerinin halkla (yoksullarla, müridleriyle, seçmenleriyle, seyircileriyle, okurlarıyla, işçileriyle) eşit hale gelmekten, onlardan birisi gibi olmaktan, onların içine karışıp tanınamaz hale gelmekten ödleri kopar.
“Hanginiz Muhammed?”
Bu öyle bir soru ki, sorulduğu an, peygamberin kürsüsünde oturarak elde edilmiş bütün kisveleri tiril tiril döker.Bu öyle bir soru ki “ihram” ve “kefen” dışında adamda hiçbir şey bırakmaz, her şeyini sıyırır döker. İnsanı yalnızca imanı ve yalnızca ameli ile baş başa bırakır.Bu öyle bir soru ki Allah, Kitap, Peygamber namına konuşan/onun kürsüsünde oturan bütün rütbe, kisve, servet, şan ve şöhret sahiplerini eğer imanları varsa utanç içinde bırakır.Böyle öyle bir soru ki, sorulunca bütün kastlar yıkılır, hiyerarşiler yerle bir olur.Bu öyle bir soru ki, sorulunca mağrur rütbeler sökülür, kibirli kasıntılar iflas eder.Bu öyle bir soru ki efendi-kul ilişkileri ile örülmüş kerpiçten duvarları yer ile yeksan eder.Onun için “Hanginiz Muhammed?” sorusu üzerine ne kadar düşünsek azdır.İnsanları, makam, mevki, mal, zenginlik ve iktidar yani “sosyal statü” bakımından birbirinden ayıran ve sınıflaştıran, dahası buna göz yuman bir din, bilin ki “Muhammed’in getirdiği din” değildir.Onun estirdiği ruh “Hanginiz Muhammed?” sorusunda gizlidir.Allah’ın selamı, sevgisi ve merhameti “onun” ve güzide “arkadaşlarının” üzerine olsun!Anam babam bu sorunun muhatabına feda olsun! inşaAllah amin amin ecmain!
Önce üç rivayet:
1- “Peygamberimiz ile birlikte oturduğumuz sırada biri gelip ‘Hanginiz Muhammed`dir?’ diye sordu. Allah’ın Resulü ashabı arasında dayanmış oturuyordu. ‘İşte dayanmış olan şu beyaz kimsedir.’ dedik. Adam ‘Ey Abdü`l-Muttalib`in oğlu!’ diye hitâb etti. Peygamberimiz ‘Seni dinliyorum.’ buyurdu. ‘Ben sana bazı şeyler soracağım. Amma soracaklarım (pek) ağırdır. Gönlün benden incinmesin.’ dedi. Peygamberimiz ‘Aklına geleni sor.’ buyurdu. ‘Senin ve senden evvelkilerin Rabbi aşkına (söyle) bütün halka seni Allâh mı gönderdi?’ dedi. ‘Evet.’ buyurdu. ‘Allâh aşkına (söyle) namaz kılmayı sana Allâh mı emretti?’ dedi. ‘Evet.’ buyurdu. ‘Allâh aşkına (söyle) oruç tutmayı sana Allâh mı emretti?’ dedi, ‘Evet.’ buyurdu. (yine): ‘Allâh aşkına (söyle) zenginlerimizden alıp yoksullarımıza dağıtmayı sana Allâh mı emretti?’ dedi. Peygamberimiz (buna da) ‘Evet.’ buyurunca adamcağız: ‘Sen ne getirdin ise ben ona îmân ettim. Kavmimin geride kalanlarına da elçi benim. Ben, Bekr kabîlesinden Dımâm b. Sa`lebe`yim.’ dedi.” (Buhari; Kitabu’l-ilm, 57).
2- “Peygamberimiz bir gün sahabelere verdiği bir ziyafet sırasında, onlara hizmet ederken, uzaklardan geldiği anlaşılan bir atlı, Peygamberimizin meclisine yaklaşıp: ‘Bu kavmin efendisi kimdir?’ diye sordu. ‘Bu kavmin efendisini arıyorum’ dedi. Allah’ın Resulü ‘Benim’ demedi. O sırada sahabelerine su dağıtmakta olduğundan, atlıya şöyle cevap verdi: ‘Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir!” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463).
3- “Beni Amir heyetiyle Allah’ın Resulünün yanına gitmiştik. ‘Sen bizim efendimizsin!’ diye hitap ettik. ‘Efendi, Allah`tır!’ buyurdular. Biz: ‘Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!’ dedik. Bize: ‘Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi uçurmasın’ buyurdular.” (Kütüb-i Sitte, hadis no: 5391).Görüldüğü gibi ilk iki rivayette “dışarıdan gelen bir adam”, topluluğun içine karışmış peygamberin kim olduğunu tanıyamıyor. “Hanginiz Muhammed?” veya “Sizin efendiniz kim?” diye soruyor. Birincisinde “İşte şurada yaslanmış oturan beyaz (yüzlü) adamdır”, ikincisinde de bizzat kendisi “Benim” demiyor da “Kavmine hizmet edendir.” diyor. (o sırada su dağıtmaktadır). Üçüncü rivayette ise onu tanıyan bir grup direk kendisine “Sen bizim efendimizin” diye hitap edince “Efendi, Allah’tır!” diye cevap veriyor.Bu rivayetler Kur’an’da anlatılan “arkadaş peygamber” karakterine tamamen uygundur. Bu nedenle sahih mi değil mi diye şüphelenmeye gerek yok.(ayrıca bkz. ‘Arkadaş peygamber’ başlıklı makale).İçinde yaşadığı topluma karışıp gitmiş birisine “Hanginiz Muhammed?” diye sormak durumunda kalıyorsanız, bilin ki o, derin bir ahlak ve karakter sahibidir.Çünkü arif lisanıyla kâmil insan “Hanginiz Muhammed?” makamına (tekrar ede ede ulaşılan ahlak ve karaktere) ulaşmış kişidir. Peygamber okulunun asıl amacı bu makama ulaşmış insanlar yetiştirmekti. Böyle birisi dışarıdan bakıldığında halktan ayırt edilemediğinden sıradan biri gibi görünür fakat hiç de sıradan değildir! Çünkü böylesi biri başlangıçta sıradan/halktan biriyken, “hamdım, piştim, oldum” seyrinden geçer ve tekrar başa dönerek halktan birisi olur. İrfan’da son makam tekrar başladığı yere dönmektir. Bayazıd der ki: Marifetullahın (Allah’ı tanıma yolunun) sonu susmaktır!Dikkat edersiniz, insanoğlu için mal, mülk, bilgi, statü ve iktidar sahibi olmanın getirdiği kibir, ayrıcalık ve sınıflaşmaların ortadan kaldırıldığı iki yer vardır; ihram ve kefen!Hacda “ihrama girmek” ve ölünce “kefene sarılmak” sonradan edinilmiş rütbe ve kisvelerden sıyrılıp tekrar başa dönmeyi, bütüne karışıp gitmeyi ifade eder. İhramda ve kefende insanoğlu her tür statü belirtici alametlerden sıyrılır; ne rütbe, ne kisve kalır… İhrama girmiş veya kefene sarılmış birisini tanımak için “Hangisi” diye sormak zorunda kalırsınız. Çünkü ayırıcı hiçbir rütbe ve kisve kalmamıştır. Kişiyi yalnızca içi (kalbi) ve amelleri ötekinden ayırır.İşte “Hanginiz Muhammed?” sorusu, bunu yaşarken yapmayı ifade eder ki İslam’da bütün tasavvuf mekteplerinin veya irfan okullarının amacı bu makama ulaşmış insanlar yetiştirmekti. Tarikatlar bunun için kuruldu, seyr-i süluk (yolda yürüyüş halinde olma)lar bunun için yapıldı. Fakat sonunda ‘keser döndü sap döndü bir gün oldu hesap döndü’ ve en çok rütbeli, makamlı, kisveli, kavuklu, cübbeli, zünnarlı, suflu (yünlü) haller bu topluluklarda görülmeye başlandı.Bu noktada tasavvuf hareketi içinde tekrar başa dönme amaçlı yani “Hanginiz Muhammed?” sorusunu sordurtacak hale gelme amaçlı protest bir hareketin tâ ilk baştan itibaren doğduğunu görüyoruz: Melametilik!“Horasan erenleri” de denilen bu hareketin ilk başlatıcıları, her türden halktan ayırıcı rütbe, kisve, suf (yün) elbise giyme, sema, zikr ve vird talimi, tarikat hiyerarşisi, şehy-murid ilişkisine karşıdırlar. “Fakr”ı savunarak ihtiyaç fazlası mülkiyet talebini reddederler. “İsâr” diyerek vermeyi/paylaşmayı teşvik ederler. “Fütuvvet” diyerek digerğamlığı/ötekiciliği savunurlar. “Ahilik” diyerek Anadolu’da kardeşlik iktisadı kurarlar. “Kalendirilik” diyerek kof şekilciliğe isyan ederler, ruhsuz kuralcılığa aldırış etmezler.Anadolu’nun İslamlaşmasında ve kaynaşarak yeniden inşasında bu anlayışların yattığını görüyoruz.İslam’ın ilk yüzyılındaki Emevi darbesine ve onun getirdiği mal ve mülk ihtirası ile ganimetçiliğe tepki olarak Hasan-ı Basri gibi zahidlerin karşı çıkışının bir benzeri 13. yüzyıllarda Anadolu’da yaşandı. Osmanlı merkezileşmesinin yaşandığı dönemde de Melametilik, Kalenderilik, Ahilik gibi akımlar Hasan-ı Basri’nin rolünü üstlendiler. Emeviler ilk dönem zahitlerini nasıl dışlayarak merkezileşmişse, Osmanlı da bu akımları dışlayarak merkezileşmiştir. Kuruluş döneminde kullanılmışlar fakat mal ve mülk ihtirası ile ganimetçilik arttıkça bu akımlar da tepki biçimlenmesi olarak ortayı çıkmışlar. Anadolu’daki fütuvvet (mertlik, diğerğamlık, kardeşlik) geleneğinin kökleri buraya dayanmaktadır.Hasan-ı Basri’nin (öl. 110/728) şu sözü kendi döneminde “zamanın ruhunun” nasıl değiştiğini gösterir: “Eğer Allah’ın Resulü’nün ashabından biri şu mescidin kapısından içeri girerek yanımıza gelseydi, kıblemiz hariç, hiçbir şeyimizi tanımazdı.” (İbnu’l-Cevzi; Hasan-ı Basri, s. 69, M. Kubat; Hasan-Basri, s. 108)Yine zamanın ruhunun değiştiğini gören Hasan-ı Basri’nin daha ilk yüzyılda şöyle dediğini görüyoruz; “Her ümmetin bir putu vardır, bu ümmetin putu da altın ve gümüştür.” (A.g.e, s. 110)Keza ona göre “Yün (suf) elbise giyen şahsın kibri ipek elbise giyenden daha fazladır.” Hasan-ı Basri, Ferkad es-Subhi adlı zahidin üzerinde yünden yapılmış bir elbise görünce ona “Şu elbisenle insanlar arasında üstünlük mü taslıyorsun. Oysa ben cehennem ehlinden çoğunun bu kıyafeti giyecek olduğunu gördüm” der. Yine “Bir topluluk içinde nefsini kınayan kimse, aslında zımnen kendisini övüyor demektir.” diyerek, samimiyetten uzak, yapmacık, sırf gösterişe dayalı amellerin hayır getirmekten çok kişiyi dalalete sürüklediğini söyler. Ona göre bir Müslümanın “ihtiyacını gidermek” bir ay “itikâfa girmekten” daha hayırlıdır. (A.g.e., s.102-103).Horasan erenlerinden İbrahim b. Ethem (öl. 166/782), Ahmed b. Hanbel gibi tarlalarda çalışarak, ekin ekip-biçerek, değirmencilik, odunculuk yaparak geçimini temin ederdi. Cömertliğin, yardımseverliğin ve diğergamlığın yok olduğundan şikayet eden İbrahim b. Ethem şöyle diyor: “Gerçek kazanç kendi alnının teri ile karnını doyurmaktır. Yoksulluk şikayet sebebi olamaz. Çünkü tüm mülkiyet Allah’ındır. Mülkiyet Allah’ın olunca elinde mal bulunduran kişinin, gerçekte kendisine ait olmayan mal-mülk ile yoksullara karşı üstünlük taslaması (kendini halktan ayırarak) büyüklenme alametidir…” (Ali Bolat; Melametilik, s. 47)Yine Horasan erenlerinden Şakık Belhi’nin (öl. 194/810), geçimini “Elime geçince şükreder, geçmeyince sabrederim” diyen birisine “O dediğini Belh’in köpekleri de yapıyor. Biz bulunca dağıtır, bulamayınca şükrederiz” dediğini görüyoruz. (A.g.e, s. 61).Yine Horasan erenlerinin ulularından Ebu Turab en-Nahşebi’nin (öl. 245/859) mülkiyet görüşü bizim anlamakta güçlük çekeceğimiz türdendir. Ona göre Kur’an’da Hz. Musa “O âsâmdır” diye mülkiyet iddiasında bulununca Allah “Âsânı at” (Taha; 20/18) diyerek haddini bildirmiştir. Bu nedenle ona göre hür tür mülkiyet iddiası kendini toplumdan (bütünden) ayırma olup batıldır. (A.g.e, s. 90).Yahya b. Muaz (öl. 258/872) da zamane fâkih, şehy ve hocalarına şöyle seslenir ki güncelliğinden hiçbir şey kaybetmiş değil: “Saraylarınız Kayserlerinki gibi, evleriniz Kisralarınki gibi, elbiseleriniz Talut’unki gibi, binekleriniz Karun’unki gibi, sofralarınız cahiliyeninki gibi, mezhepleriniz şeytanınki gibi, Muhammed’inki gibi olanlara nerede?” (A.g.e, s. 98).Bayazıd-ı Bistami (öl. 264/878) de şöyle der: “Eğer Firavun aç olsaydı ‘Ben sizin en yüce Rabbinizim’ demez, Karun aç olsaydı azgınlık etmez, Sa’lebe aç olsaydı kendisinden övgüyle bahsedilirdi. Halbuki o mülke kavuşunca (karnı doyunca) nifaka düşmüştür.” (A.g.e, s. 108).Horasan Melametilerinin liderlerinden Hamdun Kassar’ın (öl. 271/884) “Hanginiz Muhammed?” sorusuna halel getirecek her tür davranışı kerih gördüğünü ve Melamet öğretisini bu sorunun gereği ile temellendirdiğini görüyoruz.
Ona göre hırka giymek, suflu (yünlü) elbiselerle gezmek, cübbe, sarık, zünnar, kisve gibi halktan ayrı kıyafetlerle dolaşmak, zikr, sema, vird vermek, şeyh-murid ilişkisi tesis etmek, tarikat kurmak, servet yığmak, mülkü ve ilmi kendine saklamak “Hanginiz Muhammed?” diye sormaya gerek bırakmayıp, kişiyi halktan ayıracağı ve belli edeceğinden riyadır. (A.g.e s.128 vd., 204 vd.)Keşfu’l-Mahcup yazarı Hucviri’ye göre de aslolan hırka değil; hurka (gönül ateşi) dir.Demek ki alim ilmiyle, zengin malıyla toplumdan ayrılamaz. Tıpkı resulün risaletiyle ayrılmadığı; “Hanginiz Muhammed?” diye sordurtacak denli topululuğa karıştığı gibi…Demek ki alim bilgisini, zahid malını, aşık canını verebilendir. Ve bunlardan dolayı hiçbir maddi karşılık (ücret) beklemeyendir.Kanımca gerçek arifler bunlardır ki böylelerini seviyorum. Bu tür karakter ve ahlakta kesinlikle Kur’an’ın ruhu ve peygamberin kokusu var.Baştaki rivayette geçen adam gibi ben de sorayım: Allah aşkına (söyleyin), günümüzün şeyhleri, hocaları, liderleri burada gördüklerinize ve duyduklarınıza hiç benziyor mu?Rivayetteki adam gibi dışarıdan gelip, devenizi bağlayarak (arabanızı park ederek) gidip bunlardan birinin yanına girseniz, “Hanginiz şeyhiniz?”, “Hanginiz hocanız?” veya “Hanginiz lideriniz?” diye sorar mısınız, sormaya gerek kalmadan hemen tanır mısınız?Uygulanan protokolden, oturduğu yerden, giyiminden kuşamından, çevresindekilerin ona davranışından, hal ve hareketlerinden hemen belli olur mu olmaz mı? Topluluğun arasına karışmış, sıradan birisi ile karşılaşmak sanırım hayal.Siz hiç seçmenleri arasında fark edilmeyen bir lider gördünüz mü?Siz hiç müridleri arasında fark edilmeyen bir şehy gördünüz mü?Siz hiç yoksulların arasına karışıp giden ve fark edilmek istemeyen bir zengin gördünüz mü?Ayette geçtiği gibi böylelerinin halkla (yoksullarla, müridleriyle, seçmenleriyle, seyircileriyle, okurlarıyla, işçileriyle) eşit hale gelmekten, onlardan birisi gibi olmaktan, onların içine karışıp tanınamaz hale gelmekten ödleri kopar.
“Hanginiz Muhammed?”
Bu öyle bir soru ki, sorulduğu an, peygamberin kürsüsünde oturarak elde edilmiş bütün kisveleri tiril tiril döker.Bu öyle bir soru ki “ihram” ve “kefen” dışında adamda hiçbir şey bırakmaz, her şeyini sıyırır döker. İnsanı yalnızca imanı ve yalnızca ameli ile baş başa bırakır.Bu öyle bir soru ki Allah, Kitap, Peygamber namına konuşan/onun kürsüsünde oturan bütün rütbe, kisve, servet, şan ve şöhret sahiplerini eğer imanları varsa utanç içinde bırakır.Böyle öyle bir soru ki, sorulunca bütün kastlar yıkılır, hiyerarşiler yerle bir olur.Bu öyle bir soru ki, sorulunca mağrur rütbeler sökülür, kibirli kasıntılar iflas eder.Bu öyle bir soru ki efendi-kul ilişkileri ile örülmüş kerpiçten duvarları yer ile yeksan eder.Onun için “Hanginiz Muhammed?” sorusu üzerine ne kadar düşünsek azdır.İnsanları, makam, mevki, mal, zenginlik ve iktidar yani “sosyal statü” bakımından birbirinden ayıran ve sınıflaştıran, dahası buna göz yuman bir din, bilin ki “Muhammed’in getirdiği din” değildir.Onun estirdiği ruh “Hanginiz Muhammed?” sorusunda gizlidir.Allah’ın selamı, sevgisi ve merhameti “onun” ve güzide “arkadaşlarının” üzerine olsun!Anam babam bu sorunun muhatabına feda olsun! inşaAllah amin amin ecmain!
22.04.2012
02.04.2012
01.04.2012
30.03.2012
Das B Geheimnis 5
-Kann man Allah sehen?
-Nein Augen können ihn nicht Begreifen
-was werden wir dann im Paradies Sehen?
-Wir werden unseren Rabbi (Herr) Sehen
-ist es nicht das gleiche?
-Doch ist es und doch ist es nicht das gleiche, wenn du den feinen Unterschied Erkennen kannst, dass ist das B Geheimnis.
Wenn wir die Computerwelt als beispiel nehmen, es gibt millionende videos in ihm, was ist wenn sich ein video über die anderen Erhebt, und sich für den Gott aller videos Erklärt, sie besitzen alle die gleichen Eigenschaften, das video das sich für Gott Erklärt ist genauso real wie alle anderen videos. Und alle benötigen jemandem der auf play drückt damit sie sich bewegen können.
Wenn wir von diesem beispiel zurück zur Sache kommen der Rabbi/Herr ist die Erscheinung in diesem Computer, Allah ist hinter diesem Computer, weder im diesseits weder im jenseits bis in die Ewigkeit niemand und nichts kann ES Erreichen, Begreiffen, Wissen. Und diese Sache wird mit dem Buchstaben B Symbolisiert, das B Deutet auf die Realität/Traum/Film/Spiel/Projektion..
''Erhaben bist du, ich kann dich nicht Wahrhaftig Ehren, nur DU kennst dich Selber, und nur DU kannst dich wahrhaftig Ehren''
''Wer mich Gesehen hat hat den Herrn Gesehen''
Muhammed Mustafa Friede Allah's ist auf ihm
''und als Moses sprach Herr Erscheine mir damit ich dich Sehen, Anblicken kann, ALLAH sprach du kannst mich niemals Sehen Moses..'' Kuranı Kerim Kapitel 7 Al Araf
.
21.03.2012
KUL: HU.. DE Kİ: O..
KUL: DE KI
Soru: İhlas suresini çokça tespih ederken, her seferinde KUL kelimesini kullanmamıza gerek var mı?
''Hu Allahu Ahad'' ile başlasak olmaz mı?
Olur mu olmaz mı Allah bilir ya, ''Kul'' kelimesinin anlamı ''De ki'' ben şahsen her defasında Besmeleyle birlikte sureyi tam olarak okuyorum, Kul'u boşluk bırakarak ayrı okuyorum ki ''DE Kİ'' emrini vereni hissedebileyim.
''KUL'' Allah'ın bir emridir, ve bu emrin beyinde tıpkı ''İkra=Oku'' kelimesi gibi, ayarları değiştirmek gibi de çok önemli bir işlevi vardır.
Bir de Kuran alemlere rahmet olarak inmiştir, alemler içinde de Kuran'ı insana yüklemişler,
insan Kuran okuduğu zaman diğer alemlerdeki canlılar da ona tabi olur dinler işitirler, KUL emri aynı zamanda onlara da etki eden bir emirdir. Onların da ayarlarını değiştirmektedir.
''Kendinizi ve ailenizi Kuran ile koruyunuz''
Kul kelimesini çıkarmak yerine başında Kul emri olmayan ayetlerin başına da ekleyip okumayı dene bakalım,
örneğin ''ayet el Kürsi'nin'' başına Kul emrini koyup 7 kere oku..
Kuran da yer almasa da her ayetin başında HU Allah'ın Cebrail aleyhisselama QUL emri vardır..
Soru: İhlas suresini çokça tespih ederken, her seferinde KUL kelimesini kullanmamıza gerek var mı?
''Hu Allahu Ahad'' ile başlasak olmaz mı?
Olur mu olmaz mı Allah bilir ya, ''Kul'' kelimesinin anlamı ''De ki'' ben şahsen her defasında Besmeleyle birlikte sureyi tam olarak okuyorum, Kul'u boşluk bırakarak ayrı okuyorum ki ''DE Kİ'' emrini vereni hissedebileyim.
''KUL'' Allah'ın bir emridir, ve bu emrin beyinde tıpkı ''İkra=Oku'' kelimesi gibi, ayarları değiştirmek gibi de çok önemli bir işlevi vardır.
Bir de Kuran alemlere rahmet olarak inmiştir, alemler içinde de Kuran'ı insana yüklemişler,
insan Kuran okuduğu zaman diğer alemlerdeki canlılar da ona tabi olur dinler işitirler, KUL emri aynı zamanda onlara da etki eden bir emirdir. Onların da ayarlarını değiştirmektedir.
''Kendinizi ve ailenizi Kuran ile koruyunuz''
Kul kelimesini çıkarmak yerine başında Kul emri olmayan ayetlerin başına da ekleyip okumayı dene bakalım,
örneğin ''ayet el Kürsi'nin'' başına Kul emrini koyup 7 kere oku..
Kuran da yer almasa da her ayetin başında HU Allah'ın Cebrail aleyhisselama QUL emri vardır..
15.03.2012
Khalifatentum: Wir haben es beendet, ihr könnt es Begründen.
Atatürk hat das Khalifatentum weggeschaft!!
und weiß Allah nichts davon?
Was wäre wenn er das nicht Gemacht hätte?
Wäre Atatürk dann der Khalif? Ja das wäre er, oder es wäre jemand den er Akzeptiert und nach seinem eigenen Glauben Eingestellt hätte, das wäre also wieder Er..
Atatürk´s Wissen über den Quran und die Hadithen wird von vielen Unterschätzt, einige Sehen nur die Flasche in seiner Hand, denen wollen wir nichts Sagen..
Es gab auch Osmanische Sultane die in ihrem Harem mit Wein und Musik ein irdisches Leben Genossen haben. Was ist mit denen?
Darüber denkt keiner nach.
Ausser dem das Kahlifatentum ist nicht ein "Königtum" das von Vater zum Sohn Übergeben werden kann, aber am Ende war das die Grundregel..
die Araber wollten damals sogar das Grab des Gesandten Allah´s wegschaffen. Wer hat das Verhindert? Es war wieder Mustafa Kemal der sagte ''wehe ihr berührt das Grab des Gesandten, wahrlich wenn ihr das tut komme ich mit meiner Armee''
Stell dir mal vor, Alle Moslime möchten auch wenn es nur 1 mal in ihrem Leben ist, dahin. İhre Herzen Schlagen Schneller wenn sie schon daran Denken dass sie eines Tages da SEIN und Beten werden.. und das wollte man Zerstören, ist das nicht ein Irrtum?
Unter solchen Umständen, wenn das in Arabien schon so war, wehm sollte Mustafa Kemal Atatürk das Khalifatentum übergeben? Welches Land hat sich denn Getraut das Khalifatentum wieder Aufzubauen? Das man das Khalifatentum wegschaffen wird darüber gibt es auch Hadithe von Hz. Ali .
"General warum habt ihr das Khaliftentum Beendet?"
Mustafa Kemal sagte:
"Wir haben es Beendet, ihr könnt es wieder Begründen"
Muhammed Mehdi und Jesus a.s. sie werden es wieder Begründen, also müssen die Moslime sich langsam einigen.
Ohne einigung kein Khalifatentum..
und ohne der Quran als Richter kann eine Einigung niemals Stattfinden..
und weiß Allah nichts davon?
Was wäre wenn er das nicht Gemacht hätte?
Wäre Atatürk dann der Khalif? Ja das wäre er, oder es wäre jemand den er Akzeptiert und nach seinem eigenen Glauben Eingestellt hätte, das wäre also wieder Er..
Atatürk´s Wissen über den Quran und die Hadithen wird von vielen Unterschätzt, einige Sehen nur die Flasche in seiner Hand, denen wollen wir nichts Sagen..
Es gab auch Osmanische Sultane die in ihrem Harem mit Wein und Musik ein irdisches Leben Genossen haben. Was ist mit denen?
Darüber denkt keiner nach.
Ausser dem das Kahlifatentum ist nicht ein "Königtum" das von Vater zum Sohn Übergeben werden kann, aber am Ende war das die Grundregel..
die Araber wollten damals sogar das Grab des Gesandten Allah´s wegschaffen. Wer hat das Verhindert? Es war wieder Mustafa Kemal der sagte ''wehe ihr berührt das Grab des Gesandten, wahrlich wenn ihr das tut komme ich mit meiner Armee''
Stell dir mal vor, Alle Moslime möchten auch wenn es nur 1 mal in ihrem Leben ist, dahin. İhre Herzen Schlagen Schneller wenn sie schon daran Denken dass sie eines Tages da SEIN und Beten werden.. und das wollte man Zerstören, ist das nicht ein Irrtum?
Unter solchen Umständen, wenn das in Arabien schon so war, wehm sollte Mustafa Kemal Atatürk das Khalifatentum übergeben? Welches Land hat sich denn Getraut das Khalifatentum wieder Aufzubauen? Das man das Khalifatentum wegschaffen wird darüber gibt es auch Hadithe von Hz. Ali .
"General warum habt ihr das Khaliftentum Beendet?"
Mustafa Kemal sagte:
"Wir haben es Beendet, ihr könnt es wieder Begründen"
Muhammed Mehdi und Jesus a.s. sie werden es wieder Begründen, also müssen die Moslime sich langsam einigen.
Ohne einigung kein Khalifatentum..
und ohne der Quran als Richter kann eine Einigung niemals Stattfinden..
11.03.2012
tek gözlü tanrıların sonu
Euzu Billahi mineş şeytanır racim Bismillahirrahmanırrahim
''Lev enzelnâ hâzel kur'âne alâ cebelin leraeytehû khâşian mütesaddian
min haşyetillâh. Ve tilkel emsâlü nadribuhâ linnâsi leallehum
yetefekkerûn.''
''Biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik,
Allah'ın korkusundan onu baş eğmiş, parça, parça olmuş görürdün. Bu
misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.''
Mümin, silahı KURAN ile neler yapabileceğini bilseydi dağların başındaki tek gözlüler tuzun suda eridiği gibi erir giderdi.
25.02.2012
23.02.2012
Suriyede 3 gün (Belgesel)
Hatay'ın Türk köylerini göstererek ''İşte burası Suriye, burada Suriye ordusu tarafından katliam yapılıyor, silah sesleri geliyor...'' diye yalan haber yapan, yalancılıktan öte tetikçilik yapan ve Suriye'ye müdahalenin zeminini hazırlama görevini yürüten tetikçi medya..
13.02.2012
(1-3)Das Lügenfernsehen - Mitten Im Leben, Schulermittler und Co
Wenn man den Vernunft und die Kultur einer NAtion Zerstören will, benötigt man solche Sendungen, man zeigt den Menschen das schlimmste, und fördert den zuschauer für schlimme dinge, suche man nach ""broken window theory"".. Die Bahuptung die Nachrichten seien korrekt ist leider auch eine lüge.
08.02.2012
die Verdaung (2. Gehirn)
Etwas was man Gegessen hat wird von dem 2. Gehirn der sich im Magen/Darm befindet Verarbeitet, es wird verdaut, und danach wird der rest des gegessenen, rausgelassen..
und genau so ist es mit den Worten die man nach aussen lässt,
was von dir nach aussen geht, ist das was du verdaut hast,
sei es eine Frage oder antwort oder irgendein Satz oder Wort..
Das was aus dem Mund raus kommt das nennt man, DEUTEN
hier ein Link der das besser Erklärt:
Neurologie: Wie der Bauch den Kopf bestimmt
Geahnt haben es die Menschen schon immer: Der Sitz der Gefühle liegt im Zentrum des Körpers. Dort, wo Aufregung "Schmetterlinge flattern" lässt, wo Ärger "auf den Magen schlägt". Nun gibt die Wissenschaft ihnen allen Recht: Der Bauch mit seinem ausgeklügelten Verdauungssystem, seinem unappetitlichen Inhalt und den eher peinlichen Bekundungen seiner Existenz ist in das Interesse der Forschung gerückt
Der Grund dafür", sagt der amerikanische Neurowissenschaftler Michael Gershon, Chef des Departments für Anatomie und Zellbiologie der Columbia University in New York, "ist das Gehirn in unserem Bauch.
Mögen die Eingeweide auch hässlich erscheinen und von Wissenschaft und Gesellschaft tabuisiert werden - sie sind umhüllt von mehr als 100 Millionen Nervenzellen: mehr Neuronen, als im gesamten Rückenmark zu finden sind. Dieses "zweite Gehirn", so haben Neurowissenschaftler herausgefunden, ist quasi ein Abbild des Kopfhirns - Zelltypen, Wirkstoffe und Rezeptoren sind exakt gleich.
Was aber macht dieses zweite Gehirn? Denkt und fühlt es, erinnert es sich?
Neueste Forschungen zeigen, dass psychische Prozesse und das Verdauungssystem weitaus inniger gekoppelt sein könnten, als man bisher gedacht habe. Das Bauchhirn spielt eine große Rolle bei Freud und Leid, doch die wenigsten wüssten überhaupt, dass es existiert, sagt der 62-jährige Gershon, den seine jüngeren Kollegen als "Entdecker" bezeichnen.
Gershon winkt ab. Nein, er habe jenes "zweite Gehirn" nicht entdeckt. Er habe es mit der Hilfe vieler anderer höchstens wiederentdeckt. Denn schließlich habe seine Zunft, die Neurogastroentrologie, eine mehr als 100-jährige Geschichte.
Das erste Kapitel spielt schon Mitte des 19. Jahrhunderts und handelt von dem deutschen Nervenarzt Leopold Auerbach. Als er ein Stückchen Gedärm zerlegte und durch ein einfaches Mikroskop genauer betrachtete, sah er etwas, das ihn stutzig machte: In die Darmwand eingebettet sind zwei Schichten eines Netzwerkes von Nervenzellen und -strängen, hauchdünn und zwischen zwei Muskellagen versteckt.
weiterlesen:
http://www.geo.de/GEO/mensch/medizin/686.html
die Wahrheit
die Wahrheit ist wie ein Virus, sie schleicht sich ein, kann ewig warten,
bleibt immer im Hintergrund, sie hat keine Komplexe, ist nicht Aufdringlich,
bei jeder Gelegenheit macht sie sich im Herzen Präsentabel, und bei einem Unsicheren zug Erobert sie den Thron der Falschheit,
und nichts gibt es was sie stoppen kann..
Sonne und Mond zu B 5 und Schah!
bleibt immer im Hintergrund, sie hat keine Komplexe, ist nicht Aufdringlich,
bei jeder Gelegenheit macht sie sich im Herzen Präsentabel, und bei einem Unsicheren zug Erobert sie den Thron der Falschheit,
und nichts gibt es was sie stoppen kann..
Sonne und Mond zu B 5 und Schah!
Globale Medien
Während sich in Libien 10 tausende (mit Bildern von Kaddafi und Flaggen in der Hand) der Bevölkerung für Kaddafi sammelten, um der Welt zu Zeigen das sie mit der Regierung Zufrieden sind, das sie keine Kriegskräfte brauchen, Erschien in den Medien ganz andere Bilder und informationen, man zeigte den Menschen Bildern aus dem Archiv, und Stellte Kaddafi als ein Diktator da, Kaddafi war vielleicht ein Psychopat aber kein Diktator.
Was gab es in Libien in der Regierung von Kaddafi?
Strom Kostenlos
Erdgas Wasser Kostenlos
Schul und Gesundheitsdienste Kostenlos
Steuerfreier Staat
Studenten die im Asland Studieren, die Kosten wurden vom Staat Bezahlt
Ein neues Haus für jedes Hochzeits paar
Vernünftiges Arbeitslosengeld,
Staatliche Unterstützungen beim Geschäftaufbau..
unvm.
Das gleiche wird jetzt in Syrien gemacht, während das Volk auf der Seite von Besar Esad ist zeigen sie vom Archiv bilder und Erzählen im Hintergrund wie Schrecklich es dort ist, und die Proteste oder Demonstrationen in denen auf das Volk Geschossen wird, wie Moscheen Bombardiert werden das ist nicht die Syrische Armee oder Besar Esad, das sind die die das ganze "Kaos danach Frieden" Organisieren.
Erst Kaos danach Frieden das ist ihre Taktik, wenn sie jemandem Vernichten möchten, machen sie ihn erst mal schlecht in den Augen der Menschen,
wer das ist ob das Stimmt das ist ihnen egal, wenn was gemacht werden muss "umso schlimmer desto besser" "wenn du etwas ständig wiederholst dann Glauben die Menschen daran" das sind ihre "Zaubersprüche"..
All dies machen sie im Namen der Demokratie und Frieden
in Irak wurden 2. millionen Menschen Getötet, 100 tausende Frauen Vergewaltigt, das ganze Land und die Regierung wurde Zerstört.
Demokratie und Frieden müsste ein bißchen anders sein wenn ich nicht Verblödet bin oder?..
Bin Laden wurde Gefunden in Pakistan und Ermordet.
EIn Angriff auf Pakistan wurde Freigegeben "ihr habt ihn Unterstützt und Versteckt" Warum keine Leiche? Weil Bin Laden wurde schon viel vorher Getötet, aber wem interessiert das schon..
in Europa, die Euro falle hat erst mal super funktioniert und alles Vorbereitet.. Nun was kommt danach..?
Mit Ständigen gebastelten und Gezielten wiederholungen die Wahrheit Bedecken, von einer Sache Berichten und die andere Sache was dazu gehört weglassen, (das nennt man im Quran "Kufur") Einäugige informatik..
hier ein link der die sache besser Erklären kann:
Gleich nach dem Fall von Mubarak in Ägypten, wurden die "oppositionellen" Kräfte in Libyen von NATO-Soldaten und durch alliierte Soldaten der Golfstaaten ausgebildet, mit Waffen beliefert und militärisch geführt. Dabei hat sich am meisten die Marionettenregierung von Katar hervorgehoben, dessen Militärführung mittlerweile damit prahlt, ohne ihre massive Unterstützung hätten die Rebellen nie gewonnen. Katar ist ja auch das Hauptquartier der US-Streitkräfte im Mittleren Osten und dient als "Proxy" für das Pentagon.
Das gleiche "Spiel" läuft jetzt in Syrien ab. Auch da sind ausländische Kräfte am Werk und verursachen durch gezielte Anschläge und Überfälle ein Chaos, welches als Ausrede für eine militärische Intervention der NATO herhalten soll. Es sind sogar Kämpfer direkt aus Libyen nach Syrien abkommandiert worden, um dort den nächsten Sturz einer dem Westen unliebsamen Regierung durchzuführen. Begleitet wird wie immer dieser Krieg durch die übelste Propaganda in den westlichen Medien und die Gutmenschen fallen immer wieder darauf rein. Ja es ginge nur um Menschenrechte- und Demokratie-Bullshit.
Unsere Medien zeigen mit dem Finger in die falsche Richtung. Die ganze Zeit stellen sie Assad als Schuldigen für die Gewalt hin. Dabei kommt sie hauptsächlich von Gruppen die vom Ausland unterstützt werden. Tatsächlich ist die syrische Regierung mehr Opfer als Täter und wehrt sich gegen den Terror. Aber was kann man auch von unseren Medienhuren anders erwarten, als eine Verdrehung der Tatsachen wie immer. Sie gehen sogar her und benutzen alte Aufnahmen aus dem Irak, um sie uns als neue "schrecklich" aus Syrien zu verkaufen. Sie täuschen und belügen die Zuschauer.
Hier weiterlesen: Alles Schall und Rauch: Die Kriegsverbrechen der NATO in Libyen
das Spiel der Götter
Die Erdbeben im Jahr 99 in der Türkei waren keine Natürlichen Beben, dies haben die Wissenschaftler die sie Untersucht haben Bestätigt, das Beben in Van eine andere Stadt der Türkei ist auch nicht anders, genausodas Beben in Japan.
Es gibt eine illuminati karte in dem Japaner Gezeichnet sind im Hintergrund ist der Wako Turm der zusammenbricht, die Karte Erzählt einen Erdbeben, die Uhrzeiger auf der Karte zeigen auf 11-3, 11.03 ist der Datum des Bebens in Japan..
Es gibt da noch andere Karten wie "Fleisch essende Bakterien" man kann sie über google finden..
Wer sind diese Götter? Sie sind die die von dem Baum der Erkentnis gegessen haben, danach aus dem falschen Paradies rausgeschmissen wurden, und hier auf der Erde die Götter Spielen..
Eine Waffe ist Machtlos ohne einen Steurer,
die Dienern dieser Götter sind die Unwissenden Menschen.
was den Unwissenden aber Wissend macht, das sind seine Fragen..
kein Gott gibt es allein ALLAH
Abonnieren
Posts (Atom)